emel akbaş emel akbaş

ıI Peccato/ Günah: Michelangelo’nun Günahı

“Rab kendisine kurban sunulmasından çok,
Doğruluğun ve adaletin yerine getirilmesini ister.
Küstah bakışlar ve kibirli yürek
Kötülerin çırası ve günahıdır.”
İncil
Türkiye’de ilk gösterimini XXXIX. İstanbul Film Festivali’nde gerçekleştirmiş olan ıI Peccato/ Günah, 2019 yılında Andrey Konchalosky’in yönetmenliğinde çekilmiştir. Usta yönetmenin filmi de tıpkı konusu gibi hem kurgusu bakımından hem de görüntü açısından bir sanat eserinden farksızdır. 
Yönetmenin, Festival kapsamında Türkiye’den İstanbul Film Festivali Direktörü Kerem Ayan’a verdiği röportajda sinema sektörüne giriş hikayesini de öğrenmekteyiz. Kendisi söylediğine göre, Mikhail Kalatozov’un çektiği Leylekler Uçarken (Letyat Zhuravli / The Cranes are Flying) filmini 1957’de izler izlemez, metaforik olarak “ben daha iyisini yaparım!” demiş ve senaryo yazmaya, kısa filmler çekmeye başlamış. Yazdığı ilk senaryolardan biri de yönetmenliği Tarkovsky’nin yaptığı Andrei Rublev (1966). Film, 1969’da Cannes’da FIPRESCI ödülünü almaya hak kazanmıştır.
Konchalovsky, filmi hakkında konuşurken, biyografi söz konusu olduğunda “bir yazarı kitabını yazarken, bir ressamı resim yaparken veya bir heykeltıraşı heykel yaparken göstermek kadar saçma bir şey olamaz”demektedir. Elbette birkaç sahnede sanatçıyı “iş üstünde” göstermek kaçınılmaz, ancak bütün filmi “bakın işte böyle çalışıyordu” düzlemine indirmek son derece basite kaçmak olacaktır. Filmde daha çok Michelangelo’nun yaratım süreci, kafasında, gözlerinin arkasında neler olup bittiğine, odaklanmak istemiştir. Konchalovsky, Kerem Ayan’a verdiği röportajın devamında Michelangelo’nun hayatı üzerine çok sayıda kitap okuduğundan söz etmiştir. “Filmi çekmek ne kadar zamanınızı aldı?” diye soranlara da “altmış yıl” cevabını vermektedir.
Film, bir peyzaj tablosunu andıran sahne ile başlar. Ardından Michelangelo’nun serzenişleri duyulmaya başlanır, başlangıçta seyirciye anlamsız gelecek olan bu serzenişler ancak film sona ererken manasına kavuşacaktır. Hemen akabinde gündelik bir sahne ile devam eder ve Michelangelo ve ailesi yemek yerken görünür: Bir yandan fakir bir sofrada yemek yerken, diğer yandan da finans danışmanı başlarında hesap defteriyle beklerken keselerden çıkan paraları sayarlar. Parasının, kendisi dışında hiçbir üyesi çalışmayan ailesi tarafından çarçur edildiğini anlayınca hüzünlenip öfkelenir ve bir duvar ardına yalnız başına cenin pozisyonunda sığınır. Kendisini savunmasız hisseder adeta dış dünyaya karşı. Gündelik görünen ve para sorunu gibi basit bir sorunla hemhal olan Michelangelo’nun ailesiyle tartışması, filme tüm ağırlığını vermeyi de başarmaktadır. Para kavramı üzerinden, Alberto Testone’nin Michelangelo’a olan benzeyen görüntüsü (sanatçının otoportresi kıstas alınırsa) ve derinlikli oyunculuğu sayesinde Michelangelo’nun kendi çalışma temposunu, hemen ardından da sanatsal yaratımlarını sorgulamasına tanık olunur. 
Film, ilk sahnesinden itibaren karakterler arasında hızlı tempoda ilerleyen tartışmalara sahne olur ve konuşulan dilin İtalyanca olmasının da katkısıyla, kolektif belleğimizde var olan, bu dile ait sinemasal miras sayesinde bu tartışmalar kolaylıkla komedi cephesine kayabilmektedir. Burada da yönetmenin dram ile komedi arasındaki müthiş dengeyi nasıl koruduğu görülmektedir. Filmin sahip olduğu dramatik ağırlığı tüm bu sahnelere rağmen, hatta yer yer bu sahneler sayesinde korumayı başaran Konchalovsky, sadece güldürmeyi değil, bu son derece gerçekçi sahnelerin altında yatan trajediyi de hissettirmektedir.
Filmin siyah beyaz olarak çekilmesi, yapımın neredeyse hiçbir dijital oynama yapılmadan, bir anlamda tamamen analog olarak tamamlanması, ünlü oyuncular yerine Rönesans dönemi insanlarını andıran yüzlere sahip kişilerin özel olarak aranıp bulunmuş olması gibi etmenler Il Peccato’yu dönem filmleri içinde kesinlikle ayrıcalıklı bir yere oturtuyor. Sette ve çekimler sırasında gerçekçiliğe verilen bu müthiş özen sayesinde; usta fotoğrafçı Sasha Gusov’un film setinde çektiği fotoğrafların Quattrocento dönemini anımsattığı söylenebilir. Yönetmen Konchalovsky, aşağı yukarı on beş milyon euroluk bütçeyle çektiği film için Rönesans dönemini üstün bir gerçeklikle yansıtan bir set oluşturmayı başarmıştır. Film dönem Avrupa’sının gündelik hayatından da enstantaneler içermektedir; tuvalet ihtiyacının giderildikten sonra bir kovayla ikinci veya üçüncü kattan aşağı sokağa boşaltılması, o dönemde ne tür taslarda yemek yendiği, nasıl giyinildiği gibi.
Yönetmen Konchalovsky’nin bu biyografik filmi, Rönesans sanatını neredeyse tek başına omuzlamış olan bu büyük ustanın eserlerine ve hayatına bir davet niteliğindedir. Filmin İtalyanca afişinde: Il Peccato – Il Furore di Michelangelo / “Günah – Michelangelo’nun Öfkesi” yazmakta ve böylece sözü edilen günahın da ne olduğu açıklanmaktadır. Öfkenin altında da elbette sanatına olan tutkusu, sanatını her şeyin önüne koyması yatıyor. Buradan da doğal olarak kibir kavramına gidilir. Filmde dünyanın en güzel eserlerini yaratırken bir yandan da “ben çok güzel eserler ortaya koydum” diyen sanatçının günaha varacak olan kibrinin öfke patlamalarıyla süslendiği görülmektedir. Nihayetinde sinema, bizi ötesiyle ilgilenmeye iten bir araç olarak bir kez daha devreye girmekte ve Michelangelo’ya dair dahasını merak ettirmektedir.

devamını oku