raşit duran raşit duran

Gül Kurusu Akşamlar

Şairlere ve bestekârlara mütemadiyen ilham vermiş, hassas ruhlarına namütenahi şeyler fısıldamış olan gecesi ve gündüzüyle semanın yüzü ve yıldızları; ilahi birer tablo, gözlerimize ve gönüllerimize hitap eden semavi manzaralardır. Bediüzzaman’ın, kâinat sarayını tarif ederken kullandığı enfes kelimelerle ifade edecek olursak; muhteşem, müzeyyen ve münakkaş tablolar. 

Şaire ilham veren “tüllenen mağrip” ve bestekâra, içli güfte ve beste nağmeleri fısıldayan “gülkurusu akşamlar”; seyrine doyulmaz bir temaşa manzarası olarak yaz mevsiminde, köyümün ufuklarında pek çok defa doyumsuz bir zevkle seyre dalmışımdır. Akşam vaktine yakın, ufukta tüllenen gülkurusu sema; hiçbir fırça, boya ve tuval kullanılmadan, dünyaca ünlü ressamların bile çizemeyeceği bu semavi tablo bize meccanen arz sunulurdu. 

Akşamında ufukları böyle muhteşem olan köyün; şehrin ışıklarıyla görünmez olan gökyüzüne ve yıldızlarına inat; gecenin karanlığı koyulaştıkça gizlenen ışıksız sokaklarında, yüzünüzü semanın yüzüne çevirince, elinizi uzatsanız tutacak kadar yakın hissettiğiniz koyu lacivert atlası andıran yıldızlı müzeyyen yüzü; bu atlas üzerine serpiştirilmiş iri inci taneleri gibi bakana göz kırpan yıldızları; müştak seyircisine farklı duygular ilham eder, ulvi hisler verirdi. 

Bunlar kadar; seyredene ve yaşayana güzel duygular veren bir başka semavi tablo da dolunayın aydınlattığı mehtaplı gece vakitlerinde, turuncu ışıklarıyla semanın yüzünden daha ziyade yeryüzünü, karanlığa gömülmüş sokaklarımızı, gecede gizlenmiş evlerimizin çatılarını aydınlatan ay ışığımız; tıpkı tüllenen mağrip ve gülkurusu akşamlar kadar temaşa zevkimize hitap eder ve ruhumuza ilham verir, esrarlı bir hava yaratırdı. Hele bir de bu gecelerde, ağustos böceklerinin koro halinde, tanyeri ağarıncaya kadar devam eden ötüşmeleriyle, dolunaylı gecelerden alacağınız zevk bir kat daha artar, bambaşka bir hal alırdı.  

Gülkurusuna dönen akşam vakti ve dolunayın geceyi aydınlatan sarımtırak ışıkları böylesine duygular yaşatır da hararetin arttığı, susuzluktan çatlamış dudaklar misali rahmete hasret kalmış toprak ve ağaçlar, koro halinde “Yağdır Mevlâm su!” diyecek hale geldiği yaz günlerinde; toprağın, daha ilk yağmur katreleriyle buluşmasında etrafa yayılan, kendine özgü keskin toprak kokusuyla bambaşka duygu ve düşüncelere kapı aralamaz mı? Bu kokuyu o kadar çok severdim ki, derin bir nefesle ciğerlerime ulaşıncaya kadar içime çekerdim. 

Evet, gülkurusu akşamlarımız, dolunaylı gecelerimiz ve yağmurla buluşup çevresine yaydığı kendine özgü rayihalarla toprağımız; kentten ziyade kırsalda yaşayan insanların, seçkin sanat galerilerinde bile göremeyeceği, çizilememiş, belki de seyircisinin bile hiç farkında olmadığı halde görüp zevk aldıkları birer semavi ve ilahi tablo ve manzaralardır. 

Gördüğüm ve fakat çizmekten ve anlatmaktan aciz kaldığım böylesine ilahi ve semavi tabloları defalarca görmüş olmaktan dolayı o kadar çok mutluyum ki…

O anların bende kalan hatırası, zihnime nakşettiğim, işte bu tarifsiz mutluluk anılarıdır. 

devamını oku