gürsel akbulut gürsel akbulut

Gönül Dünyamızın Saçı Taralı Sözleri: “MEKTUPLAR”

Kapımın eşiğinden atılan mektupların üzerinden atlıyorum her gün açmıyorum, okumuyorum. Daha fazla özleyeyim diye.
Franz Kafka

Telefonların henüz var olmadığı asırlar öncesinin vaz geçilmez iletişim vasıtası olan mektuplar, eski çağlardan beri kullanılmakta olan kadim iletişim araçlarındandır. Kendi alanında en kalıcı ve duygulu olanıdır. Teknolojinin gelişmesi ile birlikte hızla etkisini kaybetse de değerinden hiçbir şey kaybetmeyen zarif bir haberleşme aracıdır.

Uzakta olan sevdiğimize sesimizi duyurmanın en etkin yolu kalem ve kâğıda sarılmaktı. Kalabalıklar içinde garip kalışımızın ilacı gibiydi yazarak haberleşmek. Cahit Zarifoğlu bunu “Mektuplarda” şöyle anlatır; derki: “Mektupsuzluk, yalnızlığın adıdır. Çağdaş insan, onca kalabalık içinde yalnızlığı yaşıyorsa bu durum, mektubun hayatımızdan çıkıp gitmesiyle de ilgilidir. İşte mektup, tam da bu anlamda önemini bize bir kere daha hatırlatıyor.”

Gönlümüzden geçenleri sıcağı sıcağına yazıya dökmenin pür telaşı içinde heyecanla yazmaya başlar. Muhatabımızın karşısında konuşuyormuş gibi olurduk adeta. Hiç kimselere açmadığımız sırlarımız ilk önce kâğıtlarla paylaşılırdı. Ona anlatırdık sevincimizi ve kederimizi. Söz bizden çıktıktan sonra artık onun bembeyaz güvenilir yüzündeydi. Kelimeler özenle seçilir, saçları taranırdı sözlerin. Allanıp pullanan zarflarla veda busesi gibi dilimizin ucuyla ıslatıp yapıştırttıktan sonra postaneden uğurlanırdı. Muhatabımız onun sırlı aynasına bakıp görecekti artık yazdıklarımızı. Böylesi gizemli sözlerin büyüsüyle okudukça sermest olup kendinden geçecek olan en çok da sevgililer olurdu.

Bazen yazarız lakin gönderemediğimiz mektuplarda vardır. Kitaplar arasında kalmış gülkurusu gibi solar gider gönlümüzün mahzenlerinde. Bazen de kendimize yazdığımız mektuplar olur. İnsanın kendi kendine seslenişi gibi bir şeydir. Duygulanıp efkârımız ağır bastığında kendi kendimize konuşur gibi mırıldanırız. Bu da içimize yazıp biriktirdiğimiz mektupların okuma anıdır.

“Sevgililer mektuplarını okuduktan sonra saklıyorlarsa şayet bu, gelecekteki serüveni bir aşk olarak düşünmeye hazır olduğunu gösterir” der Milan Kundera. Pek tabidir ki sevgiyi önemseyen kalpler onun aziz hatıralarına değer verip daima yüceltir. Yüreğinin derinliklerinde ona yer ayırarak sahiplenir. Kendi can evinden bir yurt verir.  Zira: “Eşler birbirinin yurdudur.” 

Mektuplarda seviyeli ve aralıklı bir duygu akışı olduğu için insana bıkkınlık vermeyen özlem dolu bir serüven vardı. Telefon iletişimi bunu biraz daha hızlandırıp sindirimi zorlaştırarak duygu hazımsızlığı yaratmıştır.  Şimdilerde cep telefonlarında sürdürülen uzun uzun konuşmalarda farkında olmadan duyguları nasıl yıprattığına şahit oluyoruz. Zira cep telefonuyla muhatabına kolayca ulaşılmanın vermiş olduğu rahatlığı bir avantaj olmaktan çıkarıp saatlerce konuşa konuşa sevgiyi tüketiyoruz. Acımasızca kullanılan zaman karşısında değer kaybeden sevgi hemen alaşağı ediliyor. Bu defa onun yerini eleştirel konuşmalar ve kaprisler yer alıyor. Gerçeklerden uzaklaştıkça muhabbet bağına gölge düşüyor. Bunca teknolojik ilerlemenin ve modernliğin içinde haliyle eskiye özlem duyuyoruz. Keşke hayatımıza giren her bir teknolojik gelişmeyi sosyal hayatımıza uyum sağlaması açısından ruhumuza da intibak ettirebilseydik.

Dünyanın neresinde olursa olsun mektuplar insanı sevdiğinin ılık nefesine götürür. Okurken onun cemalini görürsünüz beyaz kâğıdın yüzünde. Saçları taranmıştır sözlerinin,  her harfi mercan gibi bakar karşınızda.  Kelimelerin üzerinde ellerinizi gezdirdikçe zülfünün teline dokunur gibi his verir. Sesini duyar gibi olursunuz sevdiğinizin.  Beyaz kâğıdı sımsıkı kavrayan avuç içleriniz sımsıcak ellerini tutuyor gibi nemlenir,  tıpkı gözleriniz gibi. 

En son kaç yıl oldu mektup yazmayalı bilmiyorum ama gönül dünyamızın mühürlü sandığı gibi sakladığım mektuplarımı ara ara okur o anın heyecanını hala yaşarım. 

Bu sandığın içinde her kesimden ne çok anılar var yâd edilecek.  Kimi mektuplarda sayfanın tam altında bir imza gibi duran kalemle çizilerek yapılmış küçük kardeşlerimin çocukluk ellerinin resmi, kiminde annemin kelime kelime söyleyerek yazdırdığı konuşan cümleleri, kiminde sevgilinin zülfünün teli. O eller büyüdü gönlümdeki sevgisi de onunla birlikte büyüdü.  Anne sözleri çoğaldı özlemi de onunla birlikte çoğaldı. Ey sevgili saçların ağarsa da hatırası hala taptazedir yüreğimde, o eskimeyen sevgi dolu bakışların gibi. 

Çoğu zaman okunduktan sonra dahi gitmez mektupların yüreğimizde bıraktığı hazlar. Bir türkü olur hala yankılanır içimizde her zaman “gönlüm hep seni arıyor neredesin sen…” 

devamını oku