neslihan karahan neslihan karahan

Tamamlayıcı Unsurlar Üzerine...

Güneşin ışıl ışıl etrafa ışınlarını saçtığı bir cumartesi günüydü.

Beşiktaş yolu üzerinde, Dolmabahçe Sarayı sokağında yürürken, ağaçların yapraklarının hışırtısı yansıyordu kulağıma.

Bu yolda yürümeyi seviyorum.

Yürürken düşünmeyi, herhangi bir şey için plan yapmayı, anıların eşiğinde dolaşmayı, onları yeniden yaşarcasına gözümde canlandırmayı…

Beşiktaş çarşısına varıncaya kadar, belleğimde yeni yeni planları tasarlarken nasıl  yürüdüğümü anlamadım bile...

Çarşının giriş kısmı her zamanki coşkunluğuyla karşıladı beni.

Tam çarşının sağ yönündeki sokakta, üçüncü apartmanda bulunuyordu Ayten Hoca’nın evi.

Onu her ziyaretimde içimden tatlı bir edayla tebessümler yayılırdı yüzümde. Hayata bakışı, olumlu tavrı, içten oluşu … Gülümsemeye sebep oluyordu insanda.

Dış kapıyı açık bulunca, sokak kapısının zilini çalmadan, apartmandan içeri girdim. Dairenin kapı zilini çaldığımda ardısıra kuş sesleri yankılandı kulağımda. Genelde eski dairelerde bulunan şu meşhur kuş zili.

Kapıyı açmasıyla insanın içine umut eken tebessümünü görmek içimi ısıttı yine yeniden... İçeri girdiğimde ahşap konsol,  ilişti ilkin gözüme. Nostalji olduğunu anlamakta geç kalınmayan bir ahşap konsol. Konsol üzerinde, bir gramofon ilgimi çekti bu esnada. Cam bölmede, boylu boyunca uzanan altın damla kolonyaların odaya keskin hoş kokusunun sirayet etmesi, tatlı bir rehavet oluşturmuştu.

Gramofondan terennüm eden eski bir şarkıya eşlik ediyordu etrafa yayılan kolonya kokusu. Uzun uzun geçmiş yıllardan bir nostalji eser fısıldadı kulağıma:

 "Nasıl geçti habersiz…

O güzelim yıllarım…"

Sonra başka bir eser:

"Titrerim mücrim gibi baktıkça istikbalime "

Duvarda ki çalar saatin "dan dan " diye bi ileri bi geri vurmasıydı, beni maziden şimdiye döndüren. O sırada Ayten Hoca geçen ay dergide basılan yazımı inceliyordu.

Dijital ortamda okumuştu yazımı ama yine de basılmış yazımı tekrar orijinal dergi formatında okumak isterdi yeniden. Ben de basılmış yazım varsa her ziyaretimde takdim ederdim kendisine. Çok müteşekkir olurdu.

-Kitap ya da dergi okumanın kağıt kokusuyla hemhal olunmadan tadı çıkmıyor Esmacığım, derdi.

Ayten Hoca’nın oturduğu koltuk üzerinde bir kitap ve renk renk motifli örme bir battaniye vardı.

Kısa bir hatır muhabbetinden sonra:

-Çay yapmıştım Esma, dedi. Hadi şöyle karşılıklı içelim diyerek ayağa kalkınca müsaade etmedim. Ne de olsa kendimi misafir gibi hissetmiyordum bu evde.

-Ben getiririm Hocam, diyerek mutfağa doğru yöneldim.

Mis gibi çay kokusu sarmıştı etrafı. Buram buram huzur yayarcasına mis gibi çay kokusu.

Çaylarımızı odaya götürdüğümde, koltuktan kalkmış, ahşap sandalyesinde oturmuş, renkli motifli battanitesini dizlerine örtmüş halde buldum kendisini.

-Esmacığım, yaşlılık işte dizlerimi örtmeden ısınamıyorum, dedi.

Sık sık söylerdi bunu. Lakin yüzündeki tebessüm devam ederdi.

-Hocam, ne ahenkli bir battaniye diyerek, karşı kanapeye oturdum.

Gülümseyerek teşekkür ederken çayından ilk yudumunu aldı.

-İç içe geçmiş kare kare desenler ne güzel göze hitap ediyor battaniyede, diye söze başladım.

-Hayatta da her şey iç içedir aslında değil mi Esmacığım,  diye sözümü devam ettirdi.

Ansızın gözümde bir tarla canlandı ve ekledim.

-Öyle hocam, topraksız tohumun, tohumsuz toprağın nihayete varamayacağı gibi, her şey iç içe…

-Nasıl da güzel bir misaldir bu, dedi ve sürdürdü.

Tıpkı bu ipliğin olmadan ilmeğin oluşamayacağı gibi, deyince muhabbet hayata dair tamamlayacı unsurlardan misallerle devam etti bir süre.

Fırça olmadan boyanın resmi tezahür ettiremeyeceği …

Yağmurun bulutsuz yağamayacağı… misallendirmelerdi bunlar.

Ben harflerin kelimelere bürünmesinden bahsedince,

-Bazen insanın yitik kelimeleri olur hani lugatında olmayan, işte bu yitik kelimeleri işler insan iplikle ilmeğe düğüm düğüm, dedi.

Ben de:

-Kimi insan için, yasaklı bir sevdanın ahı...

Kimi insan için umutsuz umududur.

Kimi insan için hayatın adaletsizliğinde savrulması gibi değil mi Hocam, diye ekledim.

Gözlerinin içine kadar ışıldayan tebessümünün sıcaklığı yayıldı etrafa.

Muhabbet demini almış, ziyaretin tadı ballanmış ama eve dönüş vakti de gelmişti.

Hoş muhabbet için birbirimize içtenlikle teşekkür ettikten sonra yola koyuldum.

Yürüyerek geçmek istedim yine Dolmabahçe Sokağı yolunu.

Tamamlayıcı unsurlar, muhabbeti belleğimde geziniyordu hâlâ.

Bu muhabbetin sadece saatlerin arasında kalmasını istemedim.

Ve yazıya dökmeye karar verdim.

Sanırım bir daha ki ay dergiye aktaracağım yazının konusu da şimdiden hazırdı programımda.

Ayten Hoca ile ne zaman bir araya gelsem böyle manaya kalp olan manidar anları  yakalayıp anıya kaydetmek isterdim.

İnsan da insanın tamamlayıcı unsuru değil miydi aslında…

Elbette, insan suretini insaniyet vasfına derc edebilen fertlerde...

devamını oku