emel akbaş emel akbaş

The Father: Hafızanın Kaybolmasıyla Başlayan Bir Trajedi

“Benim… Benim kafamı yaslayacağım hiçbir yerim yok artık.”

Anthony Hopkins, The Father adlı filmdeki rolüyle bunama hastası bir adam olarak karşımıza çıkmaktadır. Akıllı performanslar, kafa karıştıran zaman kaymaları ve güçlü teatral efektlerle dolu filmde sergilediği etkileyici performansıyla, Oscar ödüllü bir dönüş yapmaktadır.

Anthony Hopkins, Florian Zeller tarafından yönetilen ve Christopher Hampton tarafından uyarlanan ve Zeller'in kendi ödüllü filminden uyarlanan filmde, favori kızı olan ve kalacak yeri olmayan hasta bir patrik olarak başka bir performans sergilemiştir. Hopkins'in en iyi erkek oyuncu Oscar'ını kazandığı bu filmde dayanılmaz bir kalp kırıklığı ve aynı zamanda Roman Polanski'nin Repulsion veya M Night Shyamalan'ın The Sixth Sense'ini izlerken yaşayabileceğiniz bir korku gibi gerçek bir korku vardır.

Anthony, yakışıklı ve huysuz ve zaman zaman kabalaşan yaşlı bir dul olarak Batı Londra'da geniş, iyi döşenmiş bir dairede tek başına yaşayan emekli bir mühendistir. Babasına karşı sevecen, şefkatli ama bazen de babasının huysuzluklarına karşı tahammülünü kaybeden biri haline gelen kızı Anne, düzenli olarak kendisini evinde ziyaret etmektedir. Olivia Colman tarafından üstlenilen Anne karakteri zekâ ve iç görü ile geliştirdiği üst düzey bir performansıyla göz doldurur.

Filmde kendi adıyla yer alan Anthony, bunama hastalığına yakalandıktan sonra kızıyla ilişkileri boyut atlamıştır. Bir süre sonra ise Anthony’nin gerek zamanla ve mekanla gerekse de insanlarla ilişkisi sarpa sarar. Neler olup bittiğini çözememekten duyduğu ani korkuyla bağlantılı olarak ruh hali değişimlerine ve öfke nöbetlerine maruz kalır. Davranışı zaten mevcut bakıcısının istifa etmesine neden olmuştur. Babasının yalnız yapamayacağına kani olan Anne şimdi onu yeni bir bakıcı olarak Laura (Imogen Poots) ile tanıştırır. Anne’in babası için bir bakıcı ayarlamasının bir diğer sebebi de daha sonra tanışacağımız Paul (Rufus Sewell) ile evliliğinin sona ermesinden bir süre sonra Anne'nin artık yeni bir partner ve hak ettiği mutluluk fırsatını bulmuş olmasıdır. Şimdiki sevgilisiyle Paris’te yaşayacaktır ve artık Anthony'ye göz kulak olamayacaktır.

Anthony, kaybettiğini zannetti kol saatinin peşine düşer film boyunca. Saatinin, etrafındakiler tarafından çalındığını düşünür ve kan ter içinde kalırcasına saatini arar. Aslında kaybettiği şey ya da kendisinden çalındığını düşündüğü şey kendi zamanıdır, zaman algısıdır. Hayat onun zaman algısını çalmak üzeredir ve algısını yitirmek üzere olduğunun içten içe bilincindedir. Saat bir metafor olarak Anthony’nin zaman algısını temsil eder.

The Father hakkında derinden korkutucu olan şey, bariz birinci şahıs kamera hileleri olmadan, bizi Anthony'nin kafasının içine sokmasıdır. Gördüklerini görüyor ve görmediğini görmüyoruz. Bazı diyalog bölümlerinin gerçekte gerçekleştiğini varsaymaya akıllıca davet edildik ve sonra gerçek olmadıklarını gördük. Anthony ile adım adım, durumunda kademeli olarak kötüleşmeyi, kafa karıştırıcı zaman kaymalarını ve zaman döngülerini deneyimliyoruz. İnsanlar diğer insanlara dönüşür; durumlar atlanır; apartmanın mobilyaları aniden ve şaşırtıcı bir şekilde değişir gibi görünür; bir öncekini takip ediyormuş gibi görünen bir sahne, sırayla ondan önce gelir ya da Anthony'nin yanılgısı ya da aniden başka bir şeyle ilgili anısı olur. Ve yeni insanlar, tanımadığı insanlar (Mark Gatiss ve Olivia Williams tarafından canlandırılıyor) dairesinde görünmeye devam eder; orada ne yaptıklarını sorduğunda ona aynı tatlı sabır gülümsemesiyle cevap verilir. Evren, Anthony'yi bu insanlarla sınamakta, yükseltmektedir.

Anthony, kendisine ne olduğunu ya da ne olmadığını bilmiyor. Düzenli işler artık çok geride kalmıştır. Ancak önceki varlığına dair bir farkındalığın daha derin, neredeyse fiziksel bir düzeyde nasıl hala orada olduğunu, bazen Anne'den yıkıcı bir şekilde pişmanlık duyan küçük özürlerinde yeniden ortaya çıktığını görmekteyiz. Bununla birlikte Anthony'nin inleyerek korktuğu Paul'le ilgili bir sahne, Anne'nin Anthony'nin hayatı hakkında bilmediği şeylerin de olduğunu gösterir izleyicisine.

En incelikli dokunaklı anlar, Anthony'nin güleceği, eski, kurnazca çekici benliğinin bir parıltısı ve Anne ve bakıcısının onunla birlikte destekleyici bir şekilde güleceği anlardır kanımca. Bir dereceye kadar gergin bir kahkaha  ile eşlik eder Anne, çünkü babasının ruh halinin ne kadar kolay değişebileceğini biliyor ve kahkahalara eşlik eden profesyonel bir bakıcının gülüşü, gergin trajikomik bir kahkaha, ağlamak yerine yaptığınız kahkaha. Ama aynı zamanda son derece gerçek bir kahkaha ve bir bakıma, Anthony'nin olduğu ve bazen de hala olduğu kişiye duyulan acil, ortak bir inanç jesti.

The Father, tek dairelik ortamında Michael Haneke'nin Amour'undan ve ayrıca Alan Ayckbourn'un 1985'te kahramanın gerçeklikten kaçtığı Akıldaki Kadın'dan bir şeyler içermektedir. Etkileri esasen teatraldir, ancak güçlü bir şekilde elde edilirler ve Hopkins ile Colman'ın performansları bu etkiyi ziyadesiyle arttırır. Keder ve hala hayatta olan biri için yas tutmanın ne anlama geldiği hakkında bir fikir sahibi oluruz film bittiğinde.

Neyin gerçek neyin gerçek dışı olduğunu bilmeden ve daha ziyade bununla ilgilenmeden Anthony’nin acısıyla ilgileniriz.

*Annem!

Annemi istiyorum. Buradan çıkmak istiyorum. Birisi.. Birisi gelip beni alsın. Şimdi. Hayır, hayır.

Annemi istiyorum. Beni alıp götürmesini istiyorum. Ben, ben eve gitmek istiyorum.

- Ne oldu Anthony?

*Ne oldu? Şey gibi hissediyorum. Bütün yapraklarımın dökülüyormuş gibi hissediyorum. Dallar, rüzgâr ve yağmur. Artık ne olduğunu bilmiyorum. Sen ne olduğunu biliyor musun? Bütün mesele evle ilgili. Benim. Benim kafamı yaslayacağım hiçbir yer yok artık. Ama saatimin bileğimde olduğunu biliyorum. En azından bunu biliyorum. Yolculuk için. Hiç değilse ben, hazır olup olamayacağımı bilemiyorum.

-İlk olarak güzelce giyinelim, olur mu?

Giyineceğiz ve parkta bir yürüyüşe çıkacağız tamam mı?

*Tamam.

-Güzel. Ağaçlar ve yapraklar.. Sonra buraya geri döneceğiz ve bir şeyler yiyeceğiz.

*Evet

-Ve sonra sen de öğle uykunu uyursun, olur mu?

*Evet

-Ve sonrasında eğer kendini formda hissedersen, parkta ufak bir yürüyüşe daha çıkabiliriz.

*Sadece ikimiz.

-Evet. Çünkü bugün güzel bir gün. Dışarısı güneşli. Ve güneşli olduğunda dışarı çıkmalıyız.

* O fırsatı kullanmalıyız.

-Aynen öyle.

Çünkü hava bu kadar güzel olduğunda, asla çok uzun sürmez, değil mi?

* Sürmez.

-O yüzden...hadi giyinelim. Olur mu?

*Hayır.

-Hadi ama.

*Hayır

- Hadi bebeğim. Her şey yolunda. Hadi. Geçti. Geçti. Bir dakika içinde çok daha iyi hissedeceksin. Söz veriyorum. Her şey çok güzel olacak.

devamını oku