bedriye g. okumuş bedriye g. okumuş

Bir Sakura Hikayesi

Yağmur ve kasvetli Şubat Soğuğu’nun yaşandığı bir günde taşınmıştım Randolph Sokağı’ndaki iki göz odalı giriş katına. İstanbul’dan başlayıp sırasıyla Tiflis, New York ve Montreal’e devam eden sıra dışı ve stresli yolculuğum sonrasında altı günlük uzun bir kara seyahati Pasifik kıyısındaki rüyalarımın şehrinde sonlanmıştı. 

Tüm hayatımızı sığdırmakta zorlandığım iki bavulumla birlikte hiçbir yere sığdıramadığım korkularımı, hayal kırıklıklarımı, acılarımı ve umutlarımı getirmiştim yanımda. Kalbim mütemadiyen kanıyor, ruhum binlerce parçaya bölünüp etrafa dağılmış, düşüncelerim ise kasırga vurmuşçasına kaos içindeydi. Bu yüzden fark edememiştim sokağın iki yanında karşılıklı dizilmiş sessizliğe bürünmüş ağaçları.

Birkaç hafta sonra yerleşmiş ve etrafımda neler olup bitiyor, diye bakınmaya başlamıştım. Bir sabah, bahçe çitindeki giriş kapımın hemen yanındaki iki ağacın yanında yaşlı Sih ev sahibimle karşılaştım. “ Bu ağaçların ne olduğunu biliyor musun?” diye sordu kısık ve aksanlı sesiyle. “ Hayır,” diye cevapladım. Kırışmış yüzü bir gülümsemeyle aydınlandı, yorgun gözlerinde bir ışıltı belirdi. “Bunlar Sakuralar,” dedi. “110 yıldan fazladır buradalar! Sezon başladığında birçok insan gelir buraya. Göreceksin…”

Dedikleri doğruydu! Mart sonuna doğru, tüm Japon Kirazları aniden coşkulu çiçeklere büründü ve bahar sergisi gösterişli bir şekilde gözler önüne serildi. Sadece birkaç gün öncesine kadar ölüm sessizliğindeki kupkuru dallar, şimdi fışkıran çiçekleriyle gökyüzünde ve sokağın iki yanında masalsı bir koridor oluşturmuş, tatlı tatlı esen meltemle zarafetle dans ediyordu. İlahi dokunuşu görmemek imkansızdı; tüm narin, transparan ve zarif çiçek yaprakları peri kanatları gibi uçuşuyordu. Bu pofuduk, coşkun pembe çiçekleri ilk gördüğümde küllerinden yeniden doğmaya çalışan birine ‘hoş geldin’ diyorlarmış gibi hissettim ve bu coşkulu kutlamaya eşlik ettim. Sadece onları kucaklamak istedim, tüm yüklerimden kurtulmuşçasına bulutların üzerinde özgürcesine…

Bir daha ne zaman geride bıraktığım sevdiklerime kavuşurum bilmiyordum ve bu beni o günlerde hasta ediyordu. Karar vermiştim, o bahardan başlayarak, girişteki iki ağaca anne ve baba olarak seslenmeye başladım; sabahları onlara selam verdim, onları kucakladım, gövdelerine yaslanıp dinle(n)dim. Bazen bir diğerine, sonbaharda kızaran yaprakları için “Bugün saçlarına kına yakmışsın Berrin, çok ama çok yakışmış!” diye seslendim. Hiçbir zaman bana cevap vermediler, sessiz ama asil duruşlarına devam ettiler fakat fark ettim ki ben o günden beri iyileşiyorum…

devamını oku