muzaffer uzunoğlu muzaffer uzunoğlu

Yayla Çocukları

Al yanakları sütü membaından, suyu gözesinden içiyor olmalarından değildir sadece. Ayva tüylü körpe tenlerini yaylanın güneşi de soğuğu da yakar. Farkında olmasalar da hem yokluk hem de bolluk içindedirler. Şehirlerdeki akranları pastörize beslenirken onlar doğadan emirlerine sunulanlarla büyürler.

Gün doğumunda sisli bir güne, çiyden yaşarmış çimenler “günaydın” derken onlar da odun ateşinin bakır sahanda pişirdiği bol tereyağlı yumurtayla zamana “merhaba” der. Posası çökmese de suyu gözelerden gelen ve buhur buhur tüten çay gözlerine fer olur yayla çocuklarının.

Çocuklar coşup cıvıltıları gökyüzüne salınsın diyedir belki, onlar sofradan kalkar kalkmaz çayırlardan sis de kaybolur çiy de.  

Peşlerine takıldıkları bir hopal yoldaşları, apış aralarına sıkıştırdıkları değnek binitleri olur. Güya kimi kır bir taya, kimi boz bir ata biner. Kendileriyle hemyaş tokluları, buzağıları otlatırlar. Hepsinin bir adı vardır: Sarıkız, Körinek, Karaoğlan, Çatalboynuz… Kızıl ibikli serseri bir horoz ile peşlerine takılıp bağ bostan gezen tavuklar şahitleridir neşelerinin.

Oyun alanları ne bir site bahçesi ne de bir sokağın köşesidir. Mekânın haddi küçücük bedenlerinin gidemeyeceği kadar uzaktadır. Bu hadsizlik ruhlarını ta o yaşta özgür kılar. Şehirli emsalleri için masal diyarı olan obuzlar, dere yanları, taş başları, doruk tepeleri onların oyun yuvalarıdır. Kekik kokulu çayırlarda seğirtir, ağaç dalları arasından naralar atar, kozalakları en uzağa atmak için yarışırlar.

Oyuncakları ne sentetik ne de plastiktir, hep doğal ve hayatın içinden. Onların oyunları da hemen yanı başlarında doğanın verdikleridir. Tekerleri kara lastik tabanından yapılmış, dedelerin mahir ellerinde çıkmış tahta kamyonları vardır çoğu erkek çocuğun. Dingilleri, onluk mıhlarla tutturulmuştur. İnsan bilmediğinin hayalini kuramadığı gibi yayla çocukları da ancak görüp, dokunup, yaşadıklarından inşa eder hayallerini. Orman gülü filizlerinden koyun sürüleri kurarlar, kabak boynuzundan onları bekleyen çoban köpekleri vardır, ışkın çubuklardan ağıl çevirirler. Geçekler kurulur, karşı yakaya köprüler atarlar. Ağaç köklerini çubukla dürter; yol, ev, şenlik yaparlar kendilerine.

İçi yünle doldurulmuş, minik yastıklardan evirilmiş, başları yaşmaklı bez bebekler kızların can yoldaşıdır. Kendileri gibi al yanaklı, azıcık pasaklı! Ama şirin mi şirin. Onları kimi zaman -üç beş yıl önce kendi yattıkları- beşiklerde belerler kimi zaman ılıncak yaparlar kimi zaman da bir bağcakla sırtlarına sararlar tıpkı annelerinin onlara yaptıkları gibi.

Beş taş oynarlar kızlı erkekli. İp yerine yaprakları budanmış sarmaşık sürgüleriyle atlamaca oynarlar bir düzlükte. Mısır kesmüklerinden kuleler inşa ederler. Çayırlar, düzlükler onlarındır. Kiminin ayaklarında cizlavit -ki bunlar 4 mevsim yaylacıdır- kiminde ise gümüş gri trabzan lastiği vardır. Annelerinden tembihlidirler: Pantolon, çorapların içine sokulmuştur.

Yol kenarlarında görünürler zaman zaman. Dedelerinin yanında dağ mantarı toplar, pancar bağlar, ısırgan tutar, anuk satarlar. Birazdan yanlarında duracak arabaların mazot kokusunu metrelerce öteden alırlar. Bu koku biraz sevinç biraz hüzün getirir. Çünkü az sonra hem harçlık edecekleri bir satış yapacaklar hem de şehirli bir yaşıta denk geleceklerdir. Şehirli yaşıt mahcubiyet demektir. Çocuk işte! Karşısındakinde baktıkları ilk şey ayakkabılarıdır, ilk sakladıkları da ayakları. Yeni pantolon, şık potinler ve renkli çoraplara imrenirken kendilerinde kara bir lastik; lekeli, dizleri eprimiş pantolon ve paçaların içine sıvandığı karacalı bir çorap vardır. Kendi kendilerineyken olabildiğince cesur, atik, ele avuca sığmaz bu çocuklar böyle zamanlarda yabana düşmüş bir guguk kuşu gibi ürkek ve temkinlidirler.

Sağlıkları yerindedir. Velev ki burunlar aksın, hıngırırlar dedelerden gördükleri gibi. Çıkan çıkar, çıkmayan abanın koluna sürülür! Aba kollarındaki saydam, parlak şerit o yüzdendir.

Çok naz bilmezler, beğenmemeyi öğrenememişlerdir henüz. Bazen bir elma bazen bir baş yeşil soğan kuru ekmeğe -ekmek hele de pazardan gelmiş bir somun parçasıysa değmeyin keyfe- katık olur. Süt kesiği çökelek şahanedir. Pabucun markasını da kıyafetin kalitelisini de bilmezler. Bazıları yamalı, birçoğu eski kat kat giysiyle yaşarlar günü.

Daha bozulmamış doğal bir dünyanın yaşayanları olduklarından mı yoksa başka bir dünya bilmediklerinden mi yahut hepsinden öte çocukluktan mı bilinmez, hallerinden şikâyet etmezler. Onların yaşadığı yerde bir gün, birkaç saatliğine bulunmak için insanların kilometrelerce yol gelip binlerce lira harcadıklarından haberdarlar değillerdir. Fark etseler bilirler imrenildiklerini.

Felek onlara tebessüm mü etmiştir, yoksa yüzlerine dahi bakmamakta mıdır? Bu, baht mı talihsizlik mi! Nedir ki!

devamını oku