h. ihsan sönmez h. ihsan sönmez

Edebi Bilincin Çıtası

Popüler kültür ve kitle kültürü konularında inceleme yazmış ve yayınlamış, toplumsal sanat bilincinin ne olması gerektiği hakkında sempozyum bildirisi sunmuş bir birey olarak “Edebi Bilincin Çıtası”nın dengeli yükseğe konulmasını düşünenlerdenim. Çıta’nın dengesiz çok yükseğe konulmasının edebi bilincin toplumsallaşmasını engellediğini, çok aşağıya konulmasının da bu bilinci yozlaştırdığı fikrindeyim.

Popüler olmak kötü bir şey değildir. Popüler olanın temelinde “en beğenilen, en çok sevilen” duyarlığı vardır. Bizdeki karşılığı böyle olmayıp “en çok satan, en çok satın alınan” şeklindedir. İşte bu seviye kitle kültürüyle ilgilidir. Popülerden kitlesele keskin bir çakılma söz konusudur. Kitle kültürünü; halk yığınlarının, bilgisiz çoğunluğun dengesiz tüketimi olarak değerlendirebiliriz. Elbette bu tek taraflı bir eylem değildir. Dengesiz ucuz tüketim kadar ondan daha fazla dengesiz ucuz üretim söz konusudur. Bu gerçeği görmek çıtayı ayakkabı seviyesine indirmek veya gökyüzüne çıkarmaktır. Ya üzerine basarsınız ya da çıtadan habersiz altından gelip geçersiniz. Bu tespiti hayatın her alanı için örneklemek mümkündür. Şimdi konumuza dönelim ve bazı örneklerle edebi bilincin çıta seviyesine göz atalım.

Şimdi edebiyatı bir kadın ya da erkek olarak düşünün. Çok güzel, çekici ya da yakışıklı! Uzaktan gördünüz ve ilk görüşte aşka benzeyen, çok ilgi çeken, bakışlarınızı değiştiren, kalbinizi yerinden oynatan, beyninizi salağa çeviren bir enerji çıkışı yaşadınız. İşte bu şiirdir. Sadece hissetmekle ilgilidir.

Aynı kadına ya da erkeğe yine bir yerde rastladınız. O acayip hissi taşıyorsunuz. Yanına gidip onunla tanıştınız. Elini sıktınız veya istemeden koluna dokundunuz. Bu öyküdür. Sadece dokunmakla ilgilidir.

Hissettiğiniz, dokunduğunuz, aşık olduğunuz o kişiyle gün geldi evlendiniz. Seviştiniz. Arada hiçbir gizlilik kalmadı. İşte bu da romandır. Ve sadece yaşamakla ilgilidir.

O halde içeriğe dönüyorum. Şiir anlatmaz, öykülemez sadece hissettirir. Öykü hayata dokunur, ayrıntıya inmez. Roman, en ince ayrıntısına kadar gizlilik kalmayasıya insana hayatı anlatır. Neden böyle bir örnek verdim. Bir, anlaşılır olması için; iki, dikkat çekmek için(?) Sırf bunun için edebi çıtanın yani yazınsal kalitenin; sıradan insanın kendini zorladığında, hissettiğinde, dokunduğunda, yaşadığında ve okuduğunda aşabileceği yükseklikte olmalıdır. Ne çok aşağıda olmalı, her önüne gelen üzerine bassın, ne çok yukarıda olsun, hiç kimse ulaşamasın.

Çıta dediğimde, sanatta kalite; toplumsal sanat bilinci dediğimde de, bu kaliteyi kavrayabilme yeteneği kazanmış ve ondan haz alan, bunu yaşam biçime haline getirebilmiş bireylerin toplamından söz ediyorum. Diğer sanat disiplinlerini bir kenara koyarak, edebi kalitenin ne olduğunu şöyle açıklayabilirim:  Bir şiir ne kadar hissettiriyor? İmgeleri güçlü mü? Dizeyle imge arasında prozodi var mı? Bir öykü hayatın neresine nasıl dokunuyor? Konusu farklı mı? Dili akıcı mı? Daha önce yazılmamış yazılmış mı? Roman hayatın ayrıntısını nasıl yakalamış? Roman karakterleri nasıl oluşturulmuş? Farklı bir dil ve üslup var mı? Okunduğunda hayatın anlam katmanlarına ulaşıyor mu? Okuyanın farklı bir dünya yorumlamasına olanak veriyor mu…

Yukarıda açıklamaya çalıştığım konularla yazınsal kalitemizi üreten ve tüketen açısından karşılaştırırsanız farkı göreceksiniz. Bu farkı görebilmek bile çıtayı bir tık yukarı koymaktır. Yoksa dijital çağın, dijital edebiyatında söze yer kalmayacağını rahatlıkla görebilirsiniz. Anımsar mısınız? Biz şiiri neden sevmemiştik? Küçük Prensten hiç haberimiz olmamıştı(*) Failatün failatün faülün! 418 kalk ayağa? Sence bu şiir ne anlatmak istemiştir! İmge önce seni sonra beni çarpsın bilmiyorum öğretmenim!

devamını oku