“Yine arzuladım bizim elleri;
Eski günler hayalimde, bak şimdi!
Yeni açtı muhabbetin gülleri;
Dertlerimi tazeledin, bak şimdi!”
Hürrem zamanlardı…
Nevruz, toylarla yaylalarda karşılanırdı. Kolça kopuz sesleri gök kubbeye erer, engin çayırlardan giden kut çığırışları ulu dağlarda yankılanırdı. Bahar gelende kızlarımız allı morlu fistanlarını giyer oğullar atlastan cepkenlere bürünür çayır kuşlarının sadaları eşliğinde kırlarda deli taylar gibi cirit atarlardı. Rahvan yürüyüşlü dorular, keklik sekişli kır binitlerle yarışırdı. Cümle ahali kış gamından kurtulur; nebatın can alıp tomurcuklanması, doğanın uyanışı kutlanır, şen olunurdu. Av avlanır; geyikler, kuşlar tutulurdu. Göl gibi şerbet içilir, dağ gibi et yenilirdi. Körpe bıldırcınlar, alageyikler, süt kuzusu butlar, oğlak döşü dişlenirdi. Ozanlar gelir, divanlar düzülür, beyler diz vururdu.
Balaların neşe çığıltıları, mutluluk gülüşleri, gönenç sesleri obalardan taşar, huzur ve kut olur gök kubbeyi maviye boyardı.
“Günün ahirinde aksakallı bilge Dedem Korkut gelir dua ederdi: ‘Güvendiğin dağların yıkılmasın. Kaba gölgeli ağacın kesilmesin. Coşkun akan tatlı suların çekilmesin. Aksakallı atanın mekânı cennet olsun. Ak perçemli ananın yeri Fatma Ana yanı olsun. Kadir Mevla kimseyi merde-namerde muhtaç eylemesin.’ ”
Gam uzak, keder sade ölümdendi. O da olmasa bu gelimli gidimli dünya cennetti. İtibar ziyade, söz muteberdi.
Konaklarda ağırlanan misafirlere elvan elvan sofralar kurulur, pür-neva eğlenceler yapılır, yarenlik edilirdi. Gönüller hoş, giyitler mamurdu. 40 yıllık hatıra bâliğ kahve içilen, sohbet-i cânan eylenenen -bir vesile- yolların kesiştiği ahbaba, akrana sandıktan atiyyeler hediyyelenirdi. Her gün onlarca mihman konuk edilse de hep muntazırlar vardı ağırlanmayı uman.
Gönül yapma, düşkünü gözetme töre bellenmişti. Öksüz yavrular için şölenler kurulur, gelinlik kızlar için kâh ak yünden döşekler hazırlanır kâh hasçak çeyizler düzülürdü. Kimse sahipsiz, naçar değildi. Cümle ahali bir olur, her darlık genişliğe varırdı.
“Bahar gelir yaylalara giderdim,
Eşinen dostunan sohbet ederdim,
Yâr koyun yayardı, ben süt sağardım.
Ala gözlü mor kuzumuz yok şimdi.”
Sonra…
Devir değişti, dehr döndü. Cümle ahbaptan ayrı düşüldü. Önce kar boran vurdu zamanı, saikalar parçaladı afakı ahirde. Ne konak kaldı ne imkân. Mihmanı da yâranı da sel aldı. Kamu cihan karşıya geçti, en iyisi seyre daldı.
Borçluları borcundan kurtarmış, ala otağ altında ziyafetler vermiş bahadır beyler de aç görünce doyurmuş, çıplak görünce giydirmiş kerimân hanımlar da zelil düştü. Binler içinde ‘bir dane’ olanlar, candan içre canan olanlar borçlu, aç ve üryan kaldı! Nasiplenenler, hoş edilenler, ta’zim de kusur etmeyenler dün söykendikleri konakları yağmaya vardı; haramîlere eş çamçakları, kaşıkları, çanakları… apardı.
Muhannetlik hüküm kurdu, kut ve gönenci yendi; görk yitti!
Ozanlar ayıtmaz oldu; koşuklar öksüz, otağlar direksiz kaldı.
“Bir zamanlar emmim dayım sağ idi,
O zamanlar hiçbir derdim yok idi,
Ayrı düştüm, sevenlerim soğudu.
Dön Haşimî etrafına bak şimdi”