Kimine
göre zehir, kimine göre panzehir… Ben ise hala hangisi olduğunu çözebilmiş
değilim.
Bir
zamanlar, daha acılardan nasibini almamış ben, bir dostuma hayretle “Umutsuz
yaşanır mı?” diye serzenişte bulunduğumda” Bunca zaman yaşadık.” cevabını
almıştım. Haklı çıkma çabasıyla “Yaşamışsan umudun varmış, sen fark edememişsin.”
diye inatlaşmıştım. O günden bu yana inatçılığım dışında birçok şey değişti ama
ben bir daha hiçbir zaman o kadar iyi niyetli olamadım. Umut öldürür mü yaşatır
mı veya bir insan gerçekten umudunun olup olmadığını tasavvur edebilir mi,
anlamak istediğinden ziyade?
Tarihte
hatırı sayılır hikâyeler dönüp dolaşıyor umudun yaşattığına dair fakat o nasıl
yaşamak? Üzerimde derin tesir bırakan örneklerden biri, 20. yüzyılın önde gelen
psikiyatrlarından Viktor Frankl’ın otuzun üzerinde dile çevrilen ve dünyada 12
milyondan fazla satan “İnsanın Anlam Arayışı” eseriydi. Yazımı bir alıntısı ile
sonlandırmadan önce sormak istiyorum: ‘’Umut yaşatır derken tüm gaye nefes
alabilmek mi? Yoksa sahiden yaşayabilmek mi bir duyguyu, bir güzelliği, bir
manzarayı ve muhakkak bir insanı?’’
Yalnızca nefes alanı “yaşayan” olarak tanımlamıyorsak, onu umutsuz bir
insandan ayıran bir fark kalmıyor. Çoğu şeyde olduğu gibi umut da sandığımız
gibi bir durum değil. Yani bir zamanlar inatlaştığım gibi var olup olmadığının
ahkamını kesmek, bir dakikası bir diğerine uymayan biz insanların harcı
olmayabilir.
Umut bir
insana yaşama sebebi olabiliyorken, karşılığını alamadığı her gün bir şeyler
koparıp götürürken, içten içe öldürebiliyor bir hevesi. Sözün özü zaman zaman
içimin içime sığmamasına sebep olan malum terim, gün geliyor bir köşede iç
çekmekten hâlsiz düşmüş bir ruhu arkasına bile bakmadan bırakıp gidebiliyor.
“Umut iki yüzlü bir duygunun tekidir, gönlünü hoş tutmaya bak... Lakin seni bir
gül ile de yaralayabilir.” demek geliyor içimden fakat kapanışın bir psikiyatr
tarafından yapılmasının hepimiz için daha sağlıklı olacağını düşünüyorum :) ve
sözü Viktor E. Frankl’a bırakıyorum:
“Yaşamak acı
çekmektir; yaşamı sürdürmek, çekilen bu acıda bir anlam bulmaktır. Eğer yaşamda
bir amaç varsa, acıda ve ölümde de bir amaç olmalıdır. Ama hiç kimse bir
başkasına bu amacın ne olduğunu söyleyemez. Herkes bunu kendi başına bulmak ve
bulduğu yanıtın öngördüğü sorumluluğu üstlenmek zorundadır. Kişi bunu
başarabildiği takdirde, onur kırıcı bütün rezilliklere karşın gelişimini
sürdürecektir.”