emel akbaş emel akbaş

Cezayir Savaşı: Özgürlük İçin Savaşan Bir Halka Saygı Duymak

              "Ben istiyorum ki; film, siz sinema salonunu terk ettikten sonra başlasın." 

Jacques Tati 

 

Cezayir’in Fransa’ya karşı bağımsızlık savaşı, Ulusal Kurtuluş Cephesi silahlı hareketiyle (FLN-Front de Liberation Nationale) 1 Kasım 1954 tarihinde başlamıştır. Cezayir halkının bağımsızlığını kazanmasıyla sonuçlanmış ve 16 Mart 1962’de ateşkes kararının alındığı Evian Antlaşması ile sona ermiştir.


Marksist İtalyan yönetmen Gillo Pontecorvo, Cezayir Savaşı (Battle of Algeir) adlı filminde bu sürece bir belgesel yönetmeni edası ile yaklaşmış ve filmini 1962 yılında tamamlamıştır. 


Casbah Kalesinin bölmelerinde başlayan özgürlük hareketi zamanla tüm şehre yayıldığında sivil savaş patlak verir. Bir zaman sonra şiddetini artırdığında ise Fransız ordusu, terör örgütü olarak adlandırdığı, Cezayir Direniş Hareketi FLN'nin peşine düşerek üyelerini yok etmeye başlar. Bu savaş yıllara yayılarak insanlık tarihinin en kanlı özgürlük mücadelelerinden birine dönüşür. Direnişin biçimi terörizm şeklini alırken, yönetmen Pontecorvo silahlı mücadelenin meşrutiyetini ispatlamaya girişir. Etkileri açısından belki de Fransa için daha önemli olan Cezayir’in özgürlüğüne kavuşması öyküsünü iki bakış açısından da anlatarak perdeye aktarma yoluna gitmiştir. Geride sadece bir İngiliz gazetecinin “Siz Cezayir’de bir milyon insanı katlettiniz. Bundan rahatsızlık duymadınız mı?” şeklindeki sorusuna De Gaulle’ün verdiği “Sözünüzü düzeltiyorum, biz Cezayir’de bir milyon değil, sekiz yüz elli bin kişiyi öldürdük! Fransa’nın güvenliği için bu gerekliydi,” yanıtını alır.

  

Ezilen halkların sömürgeciliğe karşı savaşının her zaman kendisini yakından ilgilendirdiğini belirten yönetmen Pontecorvo, filme başlarken İncil’den bir alıntı ile “yıkım içinde doğum” adını vermeyi düşünmüş lakin bu fikrinden vazgeçmiştir. Bu başlık bize yönetmenin niyeti hakkında fikir vermekle birlikte savaşa tarafsız gözle baktığını ifade etmesine rağmen Cezayir halkına sözcü olmaktan geri durmadığını göstermektedir. Bir ulusun doğumu iki taraf içinde acılar doğururken gerçekleşmektedir. Yönetmen, Ali la Pointe adlı rençberlikten hamallığa, sonunda da üç kağıtçılığa kadar bir sürü iş deneyimi olan bir karakterin gelişimiyle birlikte Cezayir’deki bağımsızlık savaşının geçtiği evreleri aktarmaktadır.

  

Filmde dikkat çekici bir diğer husus, FLN tarafından Cezayir halkına yönelik hazırlanan radyo anonsları ve bildirilerinin içeriğidir. Bildirilerde FLN; “temel amaçlarının İslami kurallara uygun, temel insan haklarına saygılı, din ve ırk ayrımı yapmadan, bağımsız bir Cezayir inşa etmek olduğu; Fransız Koloni Hükümetinin Cezayirlileri yoksullaştırdığı, kız ve erkeklerin aşağılandığı, halkın itibarını kaybettiği, Cezayir halkının değerlerini korumak için uyuşturucu ve alkol satışı ile fuhuşun yasaklandığı, kurallara uymayanların cezalandırılacağı” ifade edilmektedir. FLN tarafından hazırlanan bildirilerin içeriği terörizmin sebepleri kapsamında değerlendirildiğinde, Cezayir halkına uygulanan sert kolluk tedbirlerinin toplumu aşağıladığı ve halk arasında yoksulluğun yaygın olduğu, Koloni yönetiminin uygulamaları nedeniyle halkın yozlaştırıldığı ve değerlerini kaybetmekte olduğu anlaşılmaktadır.

 

FLN bildirilerinden yola çıkarak halkın temel değerlerini yitirmesinin terörizme neden olabileceği, bununla birlikte halkın giderek fakirleşmesinin bu nedene yardımcı olduğu, ayrıca kitle iletişim araçlarından radyoyu kullanan FLN’in bu vasıta ile halkın desteğini kazanmaya çalıştığı ve Fransız Koloni yönetimine karşı halkın radikalleşmesini sağladığı, örgütün propagandasını radyo ile yürüttüğü anlaşılmaktadır. FLN bildirilerinden anlaşılan bir diğer husus ise; örgütün ayaklanmaya giden yolda kolektif bir kimlik yaratmak maksadıyla dini değerleri ön plana çıkardığıdır. Bu maksatla İslami kurallara uygun hareket eden bağımsız bir devlet kurulacağını duyuran FLN’in, halk desteğinin sağlanması maksadıyla dini birleştirici unsur olarak kullanıldığı görülmektedir. 

 

Filmin son sahnesinde kamera, Casbah'tan pankartlar ve ilahilerle akan protestocu kalabalığını süpürmektedir. O kadar çalkantılı ve yaşamsal bir olay ki kamera yüzleri yakından çevirip doğanın gücü olan bir kadına yerleşene kadar bunun bir yeniden canlandırma olduğunu bilemiyorsunuz. Polis tarafından geri püskürtülür kadın ancak her seferinde gücü devreye girer ve Delacroix'in kadın özgürlüğü gibi bir ulusun bayrağını sallar (sadece Fransız değil!). Bizi anın ötesine götüren ve tüm özgürlük hareketlerinin simgesi haline gelen güzel çerçeveli bir tablo. Pontecorvo, direniş imgelerini şekillendirmek için sinema araçlarını kullanmaktadır. 


Sinema gerçek stiliyle, amatör ve deneyimli oyuncuların katılımıyla, gerçek mekanlarda bir haber algısıyla çekilen Cezayir Savaşı için Yönetmen “işkence kuramlaştırılıp bilimsel kılındığında savaşın önemli bir gücü olmuştu, bu nedenle filmi işkence sahneleriyle başlattık. İşkenceyi göstermekte ısrar etmedik, çünkü amacımız; özgürlük için savaşan bir halka saygı duyarak, baskıya değil, daha değerli bir şeye dikkati çekmekti,” demektedir. Pontecorvo’nun kamuoyu vicdanını ilgilendiren bu film örneğinin belki Fransız aydın sinema çevresinden çıkması beklenebilirdi, ancak o günlerde olup bitenler üzerine aydın kesimde Godard’ın ifadesiyle tam bir “kafa karışıklığı” ndan söz edilebilir. Çok sayıda Fransız entelektüeli içinde toplayan Komünist Parti’nin politikası da Cezayir’in bağımsızlığından yana olmamıştır. 1956’ya kadar onlarla birlikte yürüdüğünü, “ o sıralarda, Komünist Parti’nin yanı başında, daha başka bir devrimci güç yaratmak olanaklı değildi” düşüncesindeki ve 1960’lara girerken Komünist Parti ile arasındaki görüş ayrılıklarının da artık şiddetlendiği Jean Paul Sartre, Cezayir’in bağımsızlığını isteyenlerin yanında daha kesin ve açık bir tavır takınır. Ulusal Kurtuluş Cephesi ile birlikte Cezayir’in bağımsızlığını derhal ister. Sartre, Ulusal Kurtuluş Cephesi ile ilişki kurarak, Cezayir Savaşı konusunda ülkesi dışında (Sao Paulo) konferanslar vererek hatta Ulusal Kurtuluş Cephesi’nin gazetelerinde bile yazarak, açıkça Fransız Hükümeti’nin baskıcı tavrının karşısında yer almıştır. 

devamını oku