emel akbaş emel akbaş

Germinal: Karanlığın İçinde Süren Hayatlar

Germinal, hemen herkesin bildiği üzere Emile Zola’nın natüralizm akımının etkisiyle kaleme aldığı Rougon-Macquart dizinin on üçüncü romanıdır. Bu nedenle filmi yorumlamadan önce romandan bahsetmek kanımca daha doğru olacaktır. Emile Zola, natüralizm akımının öncüsüdür. Natüralizm, doğadaki gerçeklerin uygun bir şekilde betimlenmesi amacıyla biraz da romantizme karşı ortaya çıkmış bir akımdır. Emile Zola, romanı yazmaya başlamadan önce bir araştırmacı titizliğiyle deneyler yapıp çeşitli belgeler toplamıştır. Maden ocaklarını gezmiş, işçileri gözlemlemiş, maden işçileri ve liderleriyle görüşüp notlar almıştır.

Zola‘nın romanda, kaleme aldığı grev ve beraberinde yaşananlar gerçektir ve 1870’li yıllara dayanır. Yazar gördüğü gerçekliği bir fotoğraf edasıyla romana işler. Fransa’nın kuzeyindeki Montsou Kömür Ocakları’nda yaşananlar grevi romanına konu edinmiştir. Romanda kullanılan işçi ücretleri ve temel tüketim mallarının fiyatları ile ilgili veriler; döneme ait gerçek fiyatlardır. Zola, bu gerçekçiliği bozmamak adına üslubunu zenginleştirmekten uzak kalmıştır. Zola’nın objektif yaklaşımı sonucu karakterler olduğu gibi aktarılmıştır sayfalara. İyiler çok iyi ya da kötüler çok kötü değildir; insanlar iyiliği de kötülüğü de çelişkiyi de içinde barındırır.

Kendinden uzun süre söz ettiren bu roman, Claude Berri‘den önce “Germinal” iki defa sinemaya uyarlanmıştır: 1913’te Albert Capellani ve 1963’te de Yves Allegret tarafından. Ayrıca kısa bir dizi film olarak televizyon uyarlaması da söz konusudur. Berri‘nin Germinali tüm bu uyarlamalar içinde en iyisi olduğu söylenmektedir. Bunu biraz da yıllar içinde sinemanın imkanlarının gelişmesiyle de açıklayabiliriz.

Zolanın romanda yakaladığı gerçekçi tavrın beyazperde de yakalanması için filme 27 milyon dolarlık dev bir bütçe ayrılmıştır. BerriZola‘nın romanını ekleme yapmadan sadık bir şekilde aktarmıştır sinema izleyicisine. Romanı yıllar önce okumuş ve sonra filmi izleyen biri olarak filmde bazı eksikliklerin olduğunu belirtmeliyim. Fakat romanın verdiği madene inme duygusunu film de metaforlarla yüklü bir görsel şölen şeklinde verdiği için bu eksiklikler pek göze batmıyor. Gerek sanat yönetmeninin ustalığı gerek oyuncuların başarılı performansları filmin kusursuza yakın bir uyarlama olmasını sağlamış. (Sadece Lantier’i oynayan oyuncu hakkında aynı kanıda değilim.)

Gerek Hollywood gerek etkisinde kalan sinema anlayışıyla çekilmiş filmlerde mutlaka öne çıkan bir kahraman vardır. Germinal filmi ise romanın ruhuyla örtüşen bir biçimde bireysel kahramana sığınmaz. Yaşamını idame ettirmek için insanlık dışı koşullarda çalışan maden işçileri, filmin kahramanı olarak görülebilir.

Film, 1993 yılı Fransa, İtalya ve Belçika yapımıdır. Yönetmenliğini ve yapımcılığını Claude Berri üstlenmiştir. Görüntü yönetmeni Yves Angelo’dur. Müzikleri ise Jean-Louis Roques yapmıştır. Filmin senaryosunu ve diyaloglarını romandan esinlenerek Clauude Berri ve Arlette Langmann yazmıştır.

Fransa’da İkinci İmparatorluk Döneminde ülkenin kuzeyindeki maden ocaklarında çalışan kömür madeni işçileri, zor koşullarda yaşamlarını sürdürmektedir. İş verenlerinin tutumu nedeniyle açlık ve sefalet hayatlarının büyük bir parçası olmuştur. Çalıştığı fabrikadan kovulan Parisli işçi Etienne Lantier, Montsou kömür madenine gelir ve kendisine iş arar. Burada karşısına ilk olarak Bonnemort (Madende meydana gelen göçüklerden birçok defa sağ çıktığı için kendisine “Güzel Ölü” anlamındaki Bonnemort adı verilmiştir) çıkar. Seyirci karşısında karalara bürünmüş bir adam görmez sadece, öksürdüğü sırada ağzından gelen kan bile karadır. Adeta kömür öksürmektedir. Ciğerleri kömürle dolmuş bu adam ölümü beklemektedir. Yeni ölmüş bir işçinin yerine  Lantier madende bu ara işe girer. Daha sonra burada Maheu ailesi ile tanışır ve yakınlaşır. İşçilerle ilişkisini geliştirdikçe onların içinde bulunduğu sefaletten haberdar etmeye başlar. Evet, durum biraz gariptir. İşçi verdikçe verir ancak bu durumun tek sonucu vardır; o da patronları daha fazla kȃr ederken, işçilerin yiyecek ekmeğe muhtaç olması. Burada yaşayan işçiler düşük yevmiyelerle yaşamla boğuşurken bir yandan da seks düşkünü tefeci Maigret’e karşı mücadele verirler. Diğer bir sorun; her gün güvenlik sorunları eşliğinde hayatlarını riske atıp gün görmeden çalışmalarıdır. Bir şeyler yapması gerektiğine inanan Lantier, bir sendika kurup işçilerden para toplamaya başlar. Kısa sürede davranış ve görüşleri sayesinde işçiler arasında saygınlık kazanmaya başlar. İşçilerin aldığı yetersiz ücretleri arttırmaları gerektiğini düşünürken aldıkları haber ile greve gitme kararı alırlar. Maden işletmelerinin sahipleri ekonomik durumlarının kötüleştiğini ileri sürerek ücretlerde kısıtlamaya gideceklerini söylemişlerdir. Artık bardak taşmıştır. İşçiler greve gitme kararı alır. Grev beklediklerinden uzun sürünce aileler yiyecek ekmek bulmakta dahi zorlanırlar. Evlerine ekmek götürme derdine düşen kadınlar ise artık veresiye dahi alamamakta ve bu duruma bir çözüm aramaktadırlar. Sonunda başka ocaklarda iş başı yaparak açlıktan ölmekten kurtulmak isteyenler nedeniyle grev başarıya ulaşamaz. Bu nedenle işçiler arasında bir çatışma başlar. Bu grev kırıcıların arasında Lantier’in gönlünü kaptırdığı ve filmin sonunda bu duygunun zannedildiği gibi karşılıksız olmadığı Maheu’ların genç kızları da vardır. Greve devam eden işçiler, iş başı yapan maden işçilerinin ocaklarını basıp etrafı talan eder. Bu hengâme sırasında tefeci Maigret kaçarken çatıdan düşerek ölür ancak ahali öyle öfke yüklüdür ki ölüyü darp etmekten kendini alamaz. Kadınlar, kendilerine yönelik cinsel saldırılarının öcünü almak ister ve cinsel organını gözünü kırpmadan bir bıçak darbesiyle kesip elinde sallandırır. Olayların büyümesi üzerine Jandarma devreye girer. Jandarma ile karşı karşıya kalan maden işçileri ocağa girmek isterken arbede yaşanır ve Maheu, Jandarma tarafından vurularak öldürülür. Bu kurşun devletin yasal kurşunu olduğu için ölenin hesabı sorulamamıştır. Lantier artık yalnızdır. En büyük destekçisi hayatını kaybetmiş ve çaresiz kalan insanlar birer birer grevden vazgeçmeye başlamıştır. Bu sırada filmin bir diğer kahramanı nihilist Souvarine kömür madenine bir sabotaj düzenler ve maden havaya uçar, insanlar madende mahsur kalır. Aralarında Lantier ve Maheu’nun kızı olan sevgilisi Catherine de vardır. Lantier kurtulur ama Catherine yaşamını yitirir. İşçilerden bir kısmı da çıkış yolu ararken göçük altında kalarak can verir. Maheu'nun büyük oğlu mahsur kalanları kurtarmak için indiği madende grizu patlaması sonucu yaşamını yitirir ve ailenin bütün sorumluluğu anne Maheu’nun üstüne kalır. Maheu ailesinin ümidi artık tükenmiştir. Greve giden işçilerin yerine Belçika’dan işçilerin getirilmesiyle çaresizlikleri katlanan işçiler, patronlarına boyun eğmek zorunda kalarak madenlere eski şartları kabul etmiş bir halde inmeye başlar. İşçilerin haklarını savunan ve örgütlenmeleri için mücadele eden sosyalist Lantier ise kasabaya geldiği gibi sessiz sedasız veda eder.

Yönetmen bütün bu umutsuzluk içinde filmin sonunda bir kandil yakar seyircisi için:  " Kara bir intikam ordusu ( . . . ) gelecek yüzyılda meyvelerini vermek üzere toprağın altında gittikçe büyüyordu ve ilk filizleri çok geçmeden yeryüzünü çatlatacaktı.” Grevde ölen işçilerin kanları toprağa bereket verecek, geleceğin devrimcileri, bu toprağa düşen tohumdan filizlenip gelişecektir. Karşınızda siyasal sinemanın en önemli yapıtlarından biri bulunmaktadır. Egemen sınıfların çıkarlarına karşı bir tavır sergileyen bu anti-emperyalist sinema, gerçek gücün birleşen işçi sınıfın elinde olacağını söyler. Bu filmin kahramanı ne Lantier’dir ne de Maheu. Sadece ezilen, açlık ve sefalet içinde yaşayan maden işçileridir.

Karanlıkların içinde parlayan madenin ışıkları sanki birer aydınlık habercisidir. Genel plandan ilerleyen kamera, madeni yakın planda vererek işçilerin karanlığına seyirciyi uzun süre ortak ediyor. Filmin sisli puslu havası göz önüne alınırsa renkler filmin havasını yakalamış diyebiliriz. Gerçek hayatta da çok iyi iki arkadaş olan Gérard Dépardieu ve Miou Miou başarılı bir performans sergilemişler.

Romanın ve filmin evrensel boyutunu da atlamamak gerek. Dünyanın çoğu yerinde benzer olaylar olduğu gibi Türkiye’de yaşanan Soma Maden Faciası,  Germinal‘i bir kez daha akıllara getirdi. Faciadan sonra hiçbir şeyin değişmemesi, insanlık açısından 19. yüzyılı anlatan  Germinal’in 21.yüzyılda da güncelliğinden bir şey yitirmediğini ortaya koymuştur.

devamını oku