“Bohçeci
geldi haanımlar, bohçecieee!”
Bu sesi duyduğum zaman korkar, sağa
sola saklanırdım. Çünkü annelerimiz bizi “ Yaramazlık yaparsanız, bohçacılar
sizi şalvarına katıp götürür,” diye korkuturdu. Kocaman bohçalarıyla müsemma o tombul
şalvarlarında gerçekten çocuk var mıdır diye düşündüğümü hatırlıyorum. Yaş
kemale erip, bu garibanların, üç kuruş kazanmak için sokak sokak dolaşarak canhıraş
çalıştıklarını görünce, satış seremonisini hatıralarıma eklemeye koyuldum.
Kadınların çok fazla dışarıya çıkmadığı
o vakitlerde, bohçacılara rağbet pek çoktu. O bohçaya o kadar eşya nasıl
sığardı; hadi sığdı diyelim, akşama kadar nasıl taşınırdı bilinmez. Belki de
lumbago, siyatik, bel fıtığı gibi hastalıklar şimdiki kadar meşhur
olmadığındandı.
Satış işleminin yanı sıra laf taşıma,
çöpçatanlık gibi misyonları da ifa ettikleri vâkiydi. Mahalleye gelmeden nerde
gelinlik kız var diye ön araştırma yapar, o evlere girmeye çalışırlardı. Genellikle güleç yüzlü bu şirin kadınlar,
evden kabul görünce, önce avlunun ortasına “Pat” diye bohçayı atar, sonra
olduğu yere bağdaş kurup oturuverirlerdi. Kınalı saçlarının yarısını dışarda
bırakıp, başlarının üzerine düğüm yaptıkları pembe
yemenileriyle, sosyal bilgiler kitabımdaki bereket tanrıçası Kibele’yi
çağrıştırırlardı bende.
Kan ter içinde ve yorgun olduklarından, bir bardak su isterler, ardından
ölmüşlere rahmet okumayı ihmal etmezlerdi. Konu komşu da çağrılıp yerlerini
alınca, açıl susam açıl misali bilumum çeyizlikler havada uçuşmaya başlardı.
Divan örtüleri, karyola takımları, kumaş peçeteler, küstüm yastığı yüzleri,
nakışlı havlular, fistanlık kumaşlar, çarşaflar… Yeni neslin adını bile
duymadığı söz konusu çeyizlikler, çok büyük bir öneme haizdi. Anneler “Kız kundakta, çeyiz sandıkta”
anlayışıyla ellerine geçen üç beş kuruşu bu uğurda harcamayı görev
addederlerdi. Yarın dünürlere karışınca: “Anası uyumuş, kızı büyümüş; sandığını
sümüklü böcekler bürümüş,” diye ele güne rezil olunurdu hafizanallah.
O vakitlerde “Her gelin kızın rüyası, Zetina dikiş makinesi” reklamlarıyla
büyümüş kadınlar olarak, ekonomik hürriyet, akademik kariyer, kişisel özgürlük
gibi kavramlar hayatımıza henüz yerleşmemişti. Kızlar yaşı geçmeden çeyizini
hazırlayıp helal süt emmiş bir talip bekleme derdine düşerlerdi ancak. Çeyizin
hayati önem taşıdığı bu bağlamda, bohçacıların misyonu da göz ardı edilemezdi
tabii.
Gelelim pazarlık aşamasına. Bohçacı müşterinin kucağına malını fırlatır
“Güzel ablam, senin gül atırın için şu fiiat” der, müşteri “Olmaz ben bu
fiyattan almam” der geri atardı. Evlere şenlik bu pazarlık esnasında, zavallı çeyizlikler
oradan oraya uçuşurken, biz tenis maçı izler gibi, sessiz sedasız takip ederdik.
“Allah sizi inandırsın bu saat oldu siftah etmemişim. Aç susuz imanım
gevredi. Alıver şu kumaşımı. Bak uygun yapacam sana. Sen piynirini yer, suyunu
da bulursun hanım ablam. Yaparsın bi güzellik be!” Buna benzer ne diller
dökerlerdi. Çeneleri pek düşük, ikna kabiliyetleri de fena değildi hani.
Nihayetinde ilk söyledikleri fiyatın nısfının da altında bir fiyata satışlarını
yaparlardı. Literatüre çingene pazarlığı olarak geçen sadet bu olsa gerekti.
Alışveriş başarıyla
tamamlanınca dağılan çeyizlikler teker teker o bohçaya nasıl sığar, hayretle
izlenirdi. Giderken yanına yiyecek, giyecek bir şeyler de verilir, yolcu edilirlerdi.
Bu alışveriş işi insanlar arasında bir muhabbete, iletişime vesile olurdu. Bir
tiyatro gibi izler, hissemize düşeni sindirirdik. Kişiler, ürünler, konuşmalar hayatın
gerçekleriydi.
O vakitlerde
sokaktan başka kimler mi geçerdi? Onu da bir daha ki sefere anlatalım. Kalın sağlıcakla…
(Resim: Raif Göktaş)