fatma şifa aslan fatma şifa aslan

plastik çiçek

Yine ayaklar geçiyordu başının üzerinden. Ne de olsa yolda yürümek herkesin hakkıydı, ah bir de çöpler cama gelmese. Balıkların sahile vurduğu gibi çarpardı uzunlu, kısalı izmaritler. Küçücük pencerenin dibinde birikirlerdi. İnsanlar hiç düşünmezdi ki orada da birileri yaşıyor. Nedense herkes sadece kendisi için çalışıyormuş gibi geliyordu ona. Başkalarını hiç fark etmeden kendi isteklerini gerçekleştirmek için dünyayla cebelleşip duruyorlardı. Diğerlerinin hürriyeti, kul hakkı kavramı sanki çok uzaktı onlara. Oysa köyde herkes birbirine yardım ederdi, bir şeyini kullandığında helallik alırdı. Kimse kimseyi incitmezdi, incinmezdi. Bu şehirde ise kalbi kaç parçadan oluşuyor, bilmiyordu. Kime ne diyecekti? “Lütfen biraz dikkat edin, burada yaşayanlar var,” nasıl denirdi? Onlar yukarıda yaşıyorlardı, kendisi aşağıda. Aralarında kocaman bir fark vardı. Onlar yağmur yağdığında sevinirdi, o ise evi su mu basacak korkusu yaşardı. Müziğin, TV’nin sesini sonuna kadar açarlardı. O ise evde yaşadığını kimsenin bilmesini istemez gibi parmaklarının ucunda yürürdü. Birbirlerinden ne kadar da farklıydılar.

“Gündüz”, dedi kendi kendine, gündüz yine iyi, az da olsa ışık giriyor içeri ama geceleri karanlık basınca her ayak sesi gülle gibi iniyor kafama. Artık biliyorum yürüyüşlerinden acelesi olanı, olmayanı, yolunu kaybedeni, bulanı ya da evine gitmemek için adımları geri geri sayanı, en kötüsü de gidecek bir evi olmayanı… Allah’a şükür, başımızı soktuğumuz bir evimiz var. Bir zamanlar köyümüzün ağası iken büyük şehirde ayaklar altındayız, geçim derdinden nerelere düştük. Ama olsun evimiz var ya. Ah bir de üst katlarda olsa, güneş görseydi hiç perdeleri kapamazdım, kuşlar gibi hür hissederdim kendimi. Burada başını uzatan görür beni. Orada gizlenmezdim kimseden, dışarı ses gider korkusuyla açamadığım radyomu dinlerdim rahat rahat. “Yoksa nankörlük mü ediyorum böyle düşünmekle, ben burada güneşsizlikten şikâyet ederken ya mezardakiler ne yapsın?”

“Ya mezarkondudakiler…" Hani 3-4 mezarı üst üste gömüyorlar ya yer sıkıntısından. İşte sana mezarkondu. Dünyada dar bir yerde yaşamıştı, ahirete göçerken de mi öyle olacaktı, içi sıkıldı bunları düşününce. “Bari orada rahat olsak,” dedi kendi kendine. Sonra aklına bir şey daha takıldı cenazesi nasıl olurdu, acaba kaç kişi gelirdi? Yüzlerinde üzgün bir ifade ama ellerinde telefon, bir an önce bitse de gitsek diye mi düşünürlerdi.  ‘Tam da ölecek zamanı buldu, yapacak dünya kadar iş var’ derler miydi, artık onun dünyasının değiştiğini fark etmeden. Çocukları biraz daha kalırdı herhalde, bayramlarda da ziyaret ederlerdi. Çünkü kendisi hep giderdi büyüklerinin başına. ‘Zamanında benden gördüler, sıra onlarda’. Acaba mezarına ne ekerlerdi? Güller, çiçekler, yeşillikler… Dünyada sahip olamadığı yeşil bahçesi mezarının üstünde canlanır mıydı? Sonra bir korku kapladı içini ya o plastik çiçeklerden koyarlarsa toprağına. Hani o sahte çiçekler var ya, sahte insanlara benzettiği. ,işte ondan. Ne de olsa bakım zahmeti yok, uzaktan da güzel gözüküyor. Bir an durdu, düşündü sonra kızına seslendi: “Ayşe, vasiyetimdir mezarıma plastik çiçek koymasınlar, yaprağını dökemeyen bir çiçeğin başımda olmasını istemiyorum. İki yeşillik olsun eksinler, hem kurtlara kuşlara bir faydam dokunur. Ayşe, annesinin ne dediğini anlamadan öylece baktı, kaldı.

devamını oku