aslı ulusoy/renkli seyyah aslı ulusoy/renkli seyyah

bir kuzguncuk hikayesi

"Aşk.... Perihan…”

“Şakir!!! Kafana indirmeden şu vazoyu kaybol”

Bu seferki rotam, saf aşık Şakir’in mahallenin yardımsever Perihan Ablasına duyduğu ama bir türlü itiraf edemediği aşkının yaşandığı Kuzguncuk semtimiz.

Yahudilerin, Hıristiyanların ve Müslümanların bir arada yaşadığı Kuzguncuk semtine olan ilgim, kelebekler gibi uçtuğum, gece yarılarına kadar oynamaktan yorulmadığım, huzur ve mutluluk çiçekleri açtıran çocukluğuma götürmesinden kaynaklanıyor.  

Benim gibi çocukluğuna özlem duyan yakın bir arkadaşımı da peşimden sürükleyerek Kuzguncuk’u keşfetmeye karar veriyorum. Onunla birlikte Eminönün’de buluşup vapura binerek,dudaklarımızda “Üsküdar’a gider iken aldı da bir yağmur” şarkısını söylüyoruz. Bir taraftan da birbirimize “Aman sakın yağmur yağmasın. Bu güzel gezimiz mutsuzlukla sonlanmasın” bakışlarını da göndermekten kendimizi alamıyoruz. Sonra da “Yağmur yağarsa yağsın. Biz yinede Kuzguncuk’a gideceğiz” kahkahaları eşliğinde valide sultanların semti Üsküdar’a varıyoruz. 

Neyse ki tam tepemizde yükselen sevgili güneş, neşeli ışınlarını bize göndererek Kuzguncuk’a yol almamıza yardım ediyor. Üsküdar’dan Kuzguncuk’a minibüslerle de ulaşım sağlandığı gibi yürüyerek de rahatlıkla gidilebiliniyor. Bizim tercihimiz ise tatlı esen meltem eşliğinde Paşalimanı caddesinden keyifli sohbetler eşliğinde yürümek oluyor. 

Yaklaşık yarım saatlik bir yürüyüşten sonra Kuzguncuk, küçük küçük sıralanmış , cafeleri, fırını, esnaf lokantaları ve kahvehaneleriyle sevgiyle bağrına basıyor bizi. 

İlk durağımız , İcadiye caddesiyle bereket sokağının kesiştiği yerde bulunan endamlı Nail Kitabevi oluyor. Binanın dış cephe süslemeleri gözümden kaçmıyor. İstanbul’un bir çok yerinde yaptıkları gotik, neo klasik tarzı evlerle tanınan Balyan Kardeşler tarafından inşa edildiğini öğreniyorum. İki katlı ahşap bir bina olan kitabevinin ilk katı cafe olarak düzenlenmiş. Üst katına çıktığımızda ise bir tarafta Frida Kahlo , tam karşısında ise Sebahattin Ali’nin baskı tabloları selamlıyor bizleri. Kitapları inceliyorum.  Ardından arkadaşımla Nail kitabevi hatırası olarak bu daracık ama çok keyifli mekanda fotogaraflar çekiyor ve çektiriyoruz. Aslına bakarsanız buradan hiç ayrılmak gelmiyor içimden. Saatlerce burada oturup kitapların büyülü dünyasına yolculuk yapabilirim. Sonra içimden bir ses, “Hey dostum, Kuzguncuk sadece bu tarihi kitapevinden ibaret  değil. Başka bir zaman burada istediğin kadar oturursun.” diyerek, beni dışarı doğru sürüklüyor. 


Dışarı çıkar çıkmaz biraz ilerimizde rengarenk boyalı cumbalı evleri görüyorum. Arkadaşımla birlikte doğruca  Osmanlı dönemine doğru yolculuğa çıkıyoruz. Mavi, sarı, kırmızıya boyalı bu ahşap evlerden her an bir Osmanlı paşası çıkacakmış gibi bir hisse kapılıyorum. Bir tanesinin kapısına vuruyorum. İçeriden ne ses var ne de bir seda. Kapısının önüne oturup, başlıyorum rüya görmeye. 


Güya ben maviye boyalı evde oturan evin en haşarı kızıymışım. Camdan kapıdan bakmanın yasak olmasına rağmen ben paşa babama inat pencereden bakıyormuşum. Evimizin Arapbacısı Dudu Hatun’u bu hallerimle çılgına çeviriyormuşum. Yasaklar hep istek doğururmuş ya. Yine bir gün bendeniz pencereden sokağı izlerken , genç bir paşazade ile göz göze gelmez miyim? Heyecan içinde Dudu Bacıya yakalanmamak için pencereye kapatırken elimde tuttuğum mendil aşağıya düşmesin mi?

Eyvah vay başıma gelenler demeye kalmadan, arkadaşım kolumdan dürtükleyerek daldığım rüyadan uyandırıveriyor beni.  Az ilerimizde yer alan bostanı gösteriyor.  Cumbalı evlerden ayrılarak caddede yürüyüp bostana ulaşıyoruz. Ne güzel bir yer burası. Semtin ortasında yemyeşil bir alan. Ekilen ürünleri gösteren bir levhayı fotograflıyorum. Arkadaşımla burayı gezerken yeşilliklerden yapılmış üç tane adam heykeli  “Hoşgeldiniz” diyor bize. Biri korkuluk görevini üzerine almış. Ama ne söyleyeyim ben karga olsaydım bu korkulukla arkadaş olurdum. Çünkü o kadar sevimli bir yüzü var ki. Korkutmaya, korku salmaya hiç gerek yok diyerek aramızda tatlı bir antlaşma yapardık. 

Bostanda bir müddet oturup soluklanıyoruz.  Güneşte neşeli gülümsemesiyle  sohbetimize eşlik ediyor.  Ardından tekrar Kuzguncuk sokaklarına ilerliyoruz. Sıra sıra cafelerin arasında ilerlerken küçük bir dükkan çıkıyor karşımıza. Levhasında ne yazıyor sizce? Merak içindesiniz değil mi ? Tamam, tamam  fazla merakta bırakmıyorum o zaman. “Ekmek Teknesi” yazıyor levhasında.  Şu anda lokanta olarak hizmet veriyor buram buram nostalji kokan dükkanımız.

“Bu devirde ekmek iki yerde bulunur.  Bir aslanın midesinde, bir de ekmek teknesinde…”  


“Hikaye demişken size Nuh Tufanının hikayesini anlattım mı?” , 

“Yoooo” diye yükselen sesler eşliğinde başlar mahallenin hikayecisi anlatmaya başlar öyküsünü. 

Dükkanın hemen yanında bu sefer de Perihan Abla sokağı tabelasını görünce, sokağa giriyoruz. Daracık evlerin arasında sarı ile yeşilin muhteşem buluşmasına tanık olduğumuz iki katlı bir evin önünde duruyoruz. Buranın Perihan Abla’nın evi olduğunu öğrenince, ikimizde diziyi hatırlayarak gülmeye başlıyoruz. Sokaklarında keşif yapmaya devam etmeye karar veriyoruz. Kimi zaman kapı önlerinde kimi zamanda pencerelerde birbirleriyle sohbet edenleri görüyoruz. Sokaklarda istop oynayan çocukları da görünce çocukluğumuz aklmıza geliyor. Benim aklıma Meryem Teyzenin mis gibi un helvası, Fatma Teyzenin yaptığı  yumuşacık böreklerin “Beni ye, beni ye” diye çağıran kokusu geliyor. Arkadaşımın da sokakta oynayan çocukları görünce, sokak oyunlarının aklına geldiğini söylüyor. Saklambaç, İstop, Seksek, İp atlama, v.s buna benzer bir sürü oyun…

Hımmm.. Karnımız hafiften acıkmaya mı başladı ya da çay eşlinde mola mı vermek istiyoruz? Kuzguncuk fırınından  yükselen nefis kokular, karınlarımızın acıktığı sinyalini de vermeye başlıyor. Tarihi Kuzguncuk Fırını İcadiye caddesi üzerinde yer alıyor. Kapsından içeri girince asma katıda olan bu sevimli fırının mantar diye adlandırdıkları fındık unuyla yapılan kurabiyelerinin meşhur olduğunu öğreniyoruz güleryüzlü fırıncıdan. Değişik lezzetlere her zaman merak duyan bendeniz, hemen alıyorum kakaolu ve sade olarak yapılan mantarlardan.  Görüntüsü mantardan  çok çatlayan kurabiyeye benzese de lezzeti tam anlamıyla muhteşem !  Fırının yanında yer alan kahvehanede çay molası vererek mantar kurabiyelere hücum ediyoruz .

Kısacık bir molanın ardından sinagog, kilise ile camiyi bir arada görebileceğimiz Kuzguncuk sokaklarında keşfe devam ediyoruz. 

“Anlat derdini Markopaşa’ya” deyimini bilmeyenimiz yoktur.  Bu paşanın yaşadığı köşkte alıyoruz soluğu. Markopaşa, Sultan Abdulaziz döneminde yaşamış ünlü bir doktormuş. Aynı zamanda devletin bürokratik kademelerinde de rol almış. Paşanın bu kadar ünlü olmasının sebebi  ise, kimseyi başından savmadan halkın derdini uzun uzadiya dinlemesiymiş. Ama halk bu dert dinleme işini o kadar abartmış ki, çözemediği dertlerini, hastalık dışındaki tüm sıkıntılarını da paşaya taşımaya başlamış. 

Markopaşa ise ona gelenleri asla geri çevirmez, dertlerini çözemeyeceğini de asla onlara söylemezmiş. Dertleri dinler dinler, hastanın konuşması bitince, “Anladım, anladım, ama ne?” diye sorarmış. Hasta bu tepki karşısında şaşırsa da yeniden anlatmaya başlarmış. Yine anlatır, anlatır, lafın sonu gelince aynı soruyla karşılaşırmış “Anladım anladım, ama ne?”. Üçüncü anlatmadan sonrada hasta yine aynı tepkiyle karşılaşınca, çaresizce pes edip evine dönermiş. Kısa zamanda da bizim paşa hekimliğiyle değil de hiçbir şeye çözüm bulmamasıyla tanınmaya başlamış.

İnsanlar o günden sonra ne zaman çözülemeyecek bir işle karşılaşacak olsalar, “Anlat derdini Markopaşa’ya” diyerek konuyu kapatmaya başlamışlar.


Köşkün durumuna gelecek olursak şu anda okula dönüştürülmüş bizim ünlü köşk. Hayalkırıklığına uğrayarak ayrılıyoruz buradan. 

Her şeye rağmen şayet çocukluğunuza doğru keyifli bir yolculuk yapmak isterseniz, Fırınından mantar kurabiyelerinizi alıp hemen yanından başlayarak caddenin sonuna uzanan küçük küçük tasarımlarıyla göz dolduran cafeler, hatta kahvehanelerinde tavşankanı çayınızı yudumlamak, Perihan abla sokağına girip evin kapısına vurup “ Perihan Abla Tanrı misafiri kabul eder misin?” diye seslenmek, paket taşlı sokaklarında seksek, saklambaç oynamak, Nail kitabevinde sokağa karşı tatlı esen rüzgara karşı kitapların o eşsiz kokusunu içinize çekmek için Kuzguncuk, tüm samimiyetiyle kucak açmış bekliyor onu ziyarete gelen konuklarını. Haydi o zaman, nostaljik, çocukluğumuzun nazlı çiçeği Kuzguncuk’u bekletmeyelim…

devamını oku