h. ihsan sönmez h. ihsan sönmez

Bir Hayalin Gölgesinde

Başbakanlığın merdivenlerinde kalbi titriyordu. Çantasında beyaz parşömenlere çizilmiş proje ile daktiloyla yazılmış bir kaç kâğıt vardı. ‘Ya kabul edilmezse’ endişesi taşıyor. Küçük kasabaya belediye başkanı seçildiği günden beri sunacağı projeyle yatıp kalkıyordu. Başbakanın subay olduğu Kurtuluş Savaşı yıllarında, er olarak onun hizmetinde bulunmuş olmasına güveniyordu. Sonunda büyük ahşap kapı açıldı. Makama davet edildi. Dizlerinin bağı çözülerek içeri girdi. Bir saat sonra dışarı çıktığında oyuncak mağazasına girmiş çocuk gibiydi. Çünkü projesini kabul ettirmiş üstelik bir bardak da hatır çayı içmişti. 


Kasabaya döndüğünde seferberlik ilan etti. İmece grupları oluşturdu. Kazmalar, kürekler, atlar, kullanılacak keresteler ve ahşap ustalarını hazırladı. Ankara’dan gönderilecek teknik ekibi beklemeye başladı. Aynı yıllarda ülkenin birçok bölgesinde hummalı bir kalkınma hamlesi yaşanıyordu. Ne çalışma ama... Kağnılarla demir raylar taşınıyor, kazmalarla yollar kazılıyor, burçlarla balyozlarla tüneller açılıyordu. Dağların bir yanından girlerek diğer yanından çıkılıyordu. Köprülerin altından ne sular akıyor. Şehirlerden bir bir fabrika bacalarının dumanı yükseliyordu. Cumhuriyetle birlikte toplumsal dönüşüm yaşanıyordu. Kasabanın belediye başkanıda bu seferberliğe kendi çaıpında katılmak istiyordu.


Bekleme bir kaç ay sürdü. Gün geldi kasabaya makina ve teçhizatlarıyla birlikte on kişilik Alman ekibi geldi. Bakanlıktan da yetkililer vardı. Hemen işe koyuldular. Delice bir hayalin vahşi bir coğrafyada uygulanması öyle kolay değildi. Kasabanın Kuzey-Doğusundan gelip Batısına doğru akan çayın üzerinde hidroelektrik santralı kurmak o yıllar için akla zarardı. Ötesi yoktu. 


Ilgaz Dağı’nın muhteşem eteklerinden doğarak, sessiz vadileri yararak, çam kokularını sinesine çeken berrak çay, toprağı öpe öpe kasabanın yanından akıyor. Bazende yağmur sonrası renk değiştirerek aç bir kurt gibi akarına saldırıyordu. 


Kasabanın merkezine altı-yedi kilometre uzaklıkta Kuzey yönünde çayın üzerine taştan bir bent yapılacak, suyun bir kısmı bölünecek, çaya paralel ve dağ sırtlarından geçen bir kanal açılacaktı. Şehir merkezine yakın bir bölgede kurulacak küçük bir hidroelektrik santral bu suyla beslenecek, üretilen elektrik enerjisi voltajı yükseltilerek kasabaya elektrik olarak verilecekti. Hidroelektrik santralın kullanılan suyu üzerinde mezbane kurulacak. Ayrıca kasaba meydanına yakın bölgede bir yangın havuzu oluşturulacak, tehlike anında kullanılacak. Kanalla çay arasında kalan bahçeler su kanalından ya da halk diliyle su arkından alınan suyla sulanacaktı. Özetle zamanın ilerisinde deli bir projeydi.  


İnanılmaz bir çalışma başladı. Büyük bir özveriyle çalışıyordu ahali. Çanakkale’de ve Kurtuluş Savaşında nüfusuna göre en fazla şehidi veren kasaba, geriye kalan yorgun halkıyla şimdi de aydınlanmanın savaşını veriyordu. Dağı taşı delerek, küçük vadileri ahşap büyük kanallarla aşarak, aylarca çalıştılar. Alman teknik ekip çalışmaları kontrol ediyordu. Proje bitirildiğinde bin dokuz yüz otuz yedi yılıydı. Ampüller yandığında fiziki ilk aydınlanma gerçekleşiyor, ülkenin elektrik olan üç beş ilçesinden biri olarak tarihteki yerini alıyordu. Fiziki bu aydınlanmayı zihni aydınlanma takip edecekti. Ne de olsa göz görmeden gönül karanlığa katlanamıyordu.


Su diyerek geçilmemeliydi. O çayın kasabadan akışı demek: doğaya ait olağanüstü bir hafıza zenginliği, zenginliğin zekâ iklimi yaratması, o iklimin zihni harekete geçirmesi, zihnin yaşamı anlamlandırması demekti. Her şey birbiriyle ilintiliydi. Kuracağınız hayal demekti. Doğayla birlikte yaşamak, ona saygı duymak, yaratıcı olmak, beyne düşünce ekmek ve insanı sevmek; çayın kasaba halkına aktardığı sıra dışı bir kültürdü. Bu nedenle kasaba halkı suyun akışına uyum sağlayarak hayatı öğrendi. 


Kasaba ulusal elektrik ağına bağlanana kadar o küçük santral evleri ve sokakları aydınlattı. Birçok bahçeyi suladı. Kasaba ahalisi o kanalın bir ayaklık patikasında ayakkabı eskitti. Sel gelip suyun başındaki bendi yıktığında kanalda kalan balıkları tuttu. Kanalla çay arasında küçük kumsallarda güneşledi. Çayın derinlerinde yüzmeyi öğrendi. Kanal suyuyla beslenen değirmen çarkının sesini musiki olarak dinledi. Suyun akış yönünde hep uzağa daha uzağa bakarak bilinmedik hayaller kurdu. Bu satırların yazarıda o projenin aydınlığında dünyaya gelmiş, değirmen taşı makamında suyun musikisiyle büyümüş bir çocuktu. Hayat sahnesinde her zaman çam ağaçlarının uğultusu, keskin reçine kokusu, çakıl taşı, puhu kuşu, suyun kıvrım kıvrım çoşkusu rol almıştı.  


Yıllar buharlaştı, çocuklar yaşlandı... O projeden bugüne bir tahta parçası bile kalmadı. Sadece o kuşağın hafızasında dokunulmamış anılar kaldı. 


Şimdi sona gidelim. Çaya ilk bendin yapıldığı bölgenin biraz daha Kuzeyinde büyük bir baraj yapıldı. Nerden baksanız en az seksen yıl mazide kaldı. Bir ömür değil mi? Bir kaç arkadaşımla baraja giderek, dolu savak kısmından baraj gölüne baktım. Muhteşem tabloluk bir manzara gördüm. Sordular. 


-Baraj hakkında ne diyorsun?


Akranlarım gibi bende zamanın aşındırdığı bir kişiydim. Zaman her şeyi yok etmişti. Etmeyede devam ediyordu. Aklım anında hafızama takıldı. Elime bir taş alarak suya fırlattım ve onlara şunu söyledim:


‘Bakın taş attım. Kelebek etkisi başladı. Yani göl, dışardan bir etki ve güç bekliyor. Daireler halinde küçük dalgalar oluşması bundan. Durgun ve durağan her şey hayatı ve hayali öldürür. Oysa biz akan çayın içinde ve kıyısında büyüdük. Balığını yedik suyunu içtik. Bireysel kültürümüz hafızamızda su akışkanlığında. Çok meraklı ve doğaseveriz. Selintiyi de sezintiyi de iyi biliriz. Ve hep suyun akış yönünde hayallerim oldu. Hep bilinmeze doğru. O hayalleri gerçekleştirmek için suyun huyuna uydu ruhumuz. Denizlere okyanuslara karıştık. Su gibi. Evrensele ulaşmaya çalıştık. Baraj çok güzel manzarası da çok güzel ama... Aması şu suyun önünde betondan, taştan ve topraktan bir engel var. Baraj dediğin dizginlenmiş durgun sudur. Sizi bilmem ama durgun su beni bozar. Her şeye gelirim dizginlenmeye asla.’








devamını oku