Joaquin Phoenix'in başrolünde olduğu Joker: Folie À Deux adlı serinin devam filminde başarısız bir komedyen olan Arthur Fleck'in, zihninin psikolojik olarak yavaş yavaş tekinsiz sulara yelken açmasıyla Joker karakterine dönüşümünün ardından akıl sağlığının yerinde olup olmadığına ve yargılanıp yargılanmayacağına karar verecek mahkeme sürecini konu edinmektedir.
Joaquin Phoenix'in kendisine Oscar getiren Arthur Fleck/Joker rolüne geri döndüğü, Lady Gaga'nın Harley Quinn'e hayat verdiği Joker: İkili Delilik'in yönetmen koltuğunda yine Todd Phillips oturmaktadır. Bradley Coopr da filmin yapımcıları arasında yer alır. Film, kapatıldığı Arkham Ayslum Hastanesi'nde, işlediği suçlardan yargılanmayı bekleyen Arthur Fleck'in, burada tanıştığı Harley Quinn ile “gerçek aşkı” keşfedişini konu edinmektedir. Dünya prömiyeri eylülde Venedik Film Festivali'nde yapılan film, Fleck/Joker'in “kendi içindeki müziği bulmasından” yola çıkarak müzikal öğeler de içermektedir.
Film, benim için bir hayal kırıklığı yaratmıştı. Ancak film, sinemaseverlerden Rotten Tomatoes’da %33 “çürük” derecesi ve CinemaScore’da ise “D” notunu almıştır. Filmde “Get Happy”, “That’s Entertainment” ve “For Once in My Life” gibi şarkıların cover’ları yer alır.
Lady Gaga’nın müzikal showuna Joaquin Phoenix'in eşlik etmesinden ibaret bir hal alan film, kötü kurgusu nedeniyle bütünleyici bir anlatıdan uzaktır. “Filmin taşıdığı mesaj nedir?” sorusuna izledikten sonra dahi cevap vermek çok zordur. Joker karakterinin yaratılmasında etkin olan saikler sanki birden ortadan kaldırılmış gibi konu farklı bir düzleme taşınmıştır. Gerek kapatıldığı hastanede gardiyanlarla kurduğu ilişki gerekse de diğer hastalara karşı takındığı tavır düşünülürse tahminleri boşa çıkartan bir Joker ile karşılaşılmıştır.
Lady Gaga’nın Harley Quinn karakteri Joker ile uyumlu gibi gözükürken ve aralarında bir aşkın doğduğuna inanılırken bir anda hem izleyiciyi hem de Joker’i ters köşeye düşüren gelişmeler meydana gelir ve Harley’in bir psikiyatrist olduğu ve Joker’e olan ilgisinin aşkla yakından uzaktan bir ilgisi olmadığı anlaşılır. Joker artık tehlikeli sularda yüzdüğünü bilmekte ancak buna rağmen gözü kara bir şekilde ilerlemekte ısrar etmektedir.
Filmin ikinci yarısı ise Arthur’un (Joker) duruşmasına ayrılmış. Joaquin Phoenix’in muhteşem oyunculuğunu sergilediği birkaç etkileyici sahneyi saymazsak, yine tatmin edici fazla bir şey yoktur. İlk filme yapılan anlık flashback’ler ve tanık olarak çağrılan eski dostlar üzerinden bir kez daha Arthur’a acımamız istenmiştir. Ancak karakter zaten ilk filmden sonra hem merakımızı hem de çok arzu ettiği ilgimizi üstüne çektiği için devam filminin amacını sorguluyorsunuz.
Kendilik algısı yerine oturmamış, yaralı, acı içinde ve sevgiye aç Arthur’un yolculuğundaki bir sonraki adımı merak ederek salona girip, o merakın pek de tatmin olmadığını görerek salondan ayrılıyorsunuz. Açıkçası Philiphs’in elinde gerçekten anlatacak bir materyali olmadan neden bu projeye evet dediğini merak ettim. Arthur’un, jürinin karşısına oturup yaptığı beklenmedik konuşma ise karaktere vurulan son bir darbe gibi. İlk filmin yozlaşmış dünyaya karşı samimi ya da değil fark etmez, güçlü sesini de susturmak, filmleri bambaşka klişe bir söyleme çekmek de büyük hata.