Fizikçi, matematikçi, jeolog ve antropologdan oluşan heyet bir araştırma için doğada bulunuyordu. Birden yağmur bastırdı. Hemen yakındaki bir köy evine sığındılar. Hoşbeşten sonra ev sahibi misafirlerine ikramlar hazırlamak için odadan ayrıldı. Onun ayrılışından sonra akademisyenlerin dikkati odadaki sobaya odaklandı. Soba, altına taşlar dizilerek yerden kırk elli santim yükseğe yerleştirilmişti.
Heyettekiler, sobanın niçin böyle kurulmuş olabileceğini kendi aralarında müzakere etmeye başladı. Teoriler, özetle şöyle sıralandı:
Fizikçi:
-Soba yükseltilerek konveksiyon yoluyla odanın daha kısa sürede ısınması sağlanmak istenmiş.
Matematikçi:
-Soba, odanın geometrik merkezine kurulmuş; böylece odanın her köşesinin düzgün ve aynı oranda ısınması hedeflenmiş.
Jeolog:
-Bu bölge, fay hattı üzerinde olduğundan deprem olası bir durum. Ev sahibi, herhangi bir deprem anında sobanın taşların üzerine yıkılmasını sağlayarak yangın olasılığını azaltmayı amaçlamış.
Antropolog:
-İlkel topluluklarda görülen ateşe tapmanın daha hafif biçimi olan ateşe saygı nedeniyle içinde ateş yanan soba yükseğe kurulmuş.
Bunlar birer hikmet arayışı. Herkes, kültürü veya alanındaki birikimlerinden hareketle hadiseleri okumaya çalışır ve analiz eder. Bu kıymetli ve doğal bir durumdur elbette. İnsanlar bir problemi çözerken yahut bir işe başlarken en iyi bildiği yerden başlamaz mı?
Ama gerçeklik, bazen saptanan hikmetlerin berisinde ve çok basittir. Sobanın yerleşim şeklini anlamlandırmaya çalışan akademisyenlerden hiçbiri o basit gerekçeyi bilememiştir. Çünkü bu evin yaşam şartlarından habersizlerdir. O yüzden analizler tutmamış, bulunan hikmet lafügüzaf olmuştur. Her durum, bilim ve bir hikmetle izah edilebilen soyut bir alanın konusu olmayabilir; giriftlik barındırmaz, çetrefilli de değildir.
Heyet, müzakereyi neticelendirdiği esnada ev sahibi içeri girer. Ona sobanın yerden yüksekte olmasının nedeni sorulur.
Adam cevap verir:
-Boru yetmedi.
Evet, sobanın yerden altına taşlar dizilerek kırk elli santim yükseğe yerleştirilmesinin hikmet dolu izahları çökmüştür.
Bilim, metot, analiz yetisi, derinlikli bakış; onlarca yıllık birikim, okunan kitaplar, incelenen tezler sobanın yüksekte olmasını açıklayamamıştır. Hikmet yoktur, basit gerekçe şudur: Borunun boyu!
İnsanın hikmet arayışı hayatın her aşamasında mevcut. Hadiselerin ortaya çıkış gerekçelerini veya olayların sonuçlarının doğuracağı etkileri yorumlarken aslında gerçeklerden uzaklaşıyoruz.
Çoğu zaman bildiğimiz yerden başlayarak tamamen öznel yaklaşımlarla olayların ve olguların nedenlerinden habersiz, düşünceler üretiyoruz. Bazen gösterişli bilge rolüne bürünüp, kendimizi göstermek amacıyla, kimsenin söylemediğini söyleyip basitliği bırakarak her şeye farklı bir tezle yaklaşıyoruz.
Herkes birikimine, alanına, hayatı algılama biçimine göre yorum yapıyor. Bu düşüncelere, tezlere ve yorumlara gizem katıp hikmet adını veriyoruz.
Haddizatında her şey her zaman çok kompleks ve içinden çıkılmaz değil.
Hepi topu ihtiyaçlar ve imkanlar zoraki bir tercihe itiyor insanı. Yok olanı gösterme gayretine, yüzlerce yıl öncesinden bugüne gerekçeler getirip hikmet uydurmaya filan gerek yok. Derin tahliller, bilimsel kuramlar, devasa tecrübeler, okumalar… beyhude.
Bazı durumların gerekçesi çok basit: Boru yetmemiştir.
Evet hepsi bu!