emily yaramis emily yaramis

Mozart Kemal

“Ah figanım ah”  diye söylendi elinde fırçası, dilinde boyası ve önlüğünde yılların hatırasıyla Mozart Kemal.  Boynunda anasının oyalı yazması vardı, cebinde babasının tabakası, gönlünde de hiç dinmeyen yarası.
İnsan bir değer görmek istiyor. Gözlerinin içine bakıldığında sevildiğini hissetmek,  işi düşünce yüzüne gülenleri affetmek, her şeyi, herkesi olduğu gibi kabul etmek istiyor. Lakin bu istekler aşamadığı kırgınlığının yanında cılız kalıyor. İsteklerin hepsini yapabiliyor ama kırgınlığını unutup yeniden başlayamıyor yaşamaya.
Derdim ki, insan ana babasına küser mi? Can yoldaşı eşinden, hayat arkadaşından ayrılır mı? 
Kırgınlıklar birikip, taşınamaz hale gelince oluyormuş. Oluyormuş bu ayrılıklar…
Her geçen zaman da öyle olmazlara tanık oluyor ki insan! Olmazların olurunda pişen dimağ mı yoksa alışan zihin sarmallarındaki anılar mı?
Artık her şey olması gerektiğinden daha da az olsun. Yorgunluk, bitkinlik, yılgınlık, alınganlık, mütevazılık, sevgi ve saygı! Daha birçok şey! Olması gerektiğinden daha az!
Sınırlarımızı zorlamayalım, sinirlerimizi bozmayalım! Düşünmek çok zor ama çok kıymetli! 
Geçmişi çok düşünüyorum. Ama niyeyse artık acı çekmiyorum.  Kinlenmiyorum da. Kendime de kızamıyorum. Vicdan mekanizmamı o kadar çok çalıştırmışım ki! Her türlü yanlışlara “insan bu nisyandan gelir. Sabretmek gerek. İmtihan çetin,” demişim. Biraz daha büyüdükçe bu düşünce “cenneti kazanmak kolay değil” olmuş. 
Zaman hep geçiyordu. Lakin bizim hayatımızdaki küçük hatalardan kaos oluşturmalar hiç bitmiyordu. Annem babam dinlerine bağlı insanlardı. Az çok menkıbelerle bizlere bir şeyler anlatırlardı. Kimse hakkında kötülük bilmezlerdi. Hatta herkesi kendileri gibi görürlerdi. Ve bu sebeple kendileri hakkındaki suizanları anlamazlardı. 
Lise yıllarımda bazı insanların tavır ve davranışları hayata bambaşka bakmama vesile olmuştu. İnsanlar öğreniyorlardı. Ve öğrendiklerini yaşamak için çabalıyorlardı. İyilik denen şey cümleleri güzelleştiren bir kelimeden öte bir hal almıştı. Nazenin tavır ve edalarla yaşanabilir olmalıydı hayat. Ne güzel güzelliklere şahit oluyordum. Diğer yandan kendi başımı koyduğum çatımın altında bitmeyen korkular, bitmeyen kavgalar ve bitmeyen öfkeler (Zincirlikuyu Mezarlığı'ndan) beslenen söylemler fırtınalar gibi savruluyordu ömür denen zemberekte. 
Ne çok yağmur birikmişti içimde. Akmayan. Kırağı misali kristal hayaller armonisi topluyordum zihin sarmallarıma. Ve hiçliğin bitmeyen öğütülmüş değirmen sefalarına kandıkça kanıyor diğer yandan da yandıkça yanıyordum. Us, uslanmadı hiçbir vakit. Dilim sus pus oldu ciğergahım lavlar ülkesi. Zebaniler bastı her gece hülyalarımı. Hayallerim korkulu kabuslarla amansız bir savaştaydı. Rest çektikce içimdeki deli sevdam, hissizliğim ayaklanıyordu. 
Ah bu yürek kaç akıl almaz darbenin deli fişek yıkımlarını molozlar halinde taşıyordu. Biriken ahlar ve keşkeler furyası. Amansız derdim var sanırdı insan içinin içi acıdığında. Taşıdıkları aşmıştı haddini. Nefes almak zordu. Boğuldukça boğuluyordu. İnsan hiç karada boğulur muydu?
Elbet boğulurdu ya! Molozlar sıkıştırınca daralırdı yani. 
Daralıyordum. Boğuluyordum. 
Kendi kabuğumun darlığını fark ettiğimde otuz beş olmuştum. Tek tabanca derler ya! İşte ben de yalnız başıma bu yaşıma varmıştım. Derdim neydi bilemedim. Kimselere diyemedim. Kendimi göremedim. Aynalara bir ömür küs. Yüzümü bile unuttumdu.
Ta ki sen gelene dek mahmur gözlüm. Senden önce bilmezdim ben yağmurun en güzel koku olduğunu. (Gökkubbe) tepemdeydi hiç bakmazdım. Havanın durumu beni bağlamazdı ta ki sen ateşte hem ısınır hem de çayımızı demleriz diyene dek. İki cihanımın en güzel süsü, en sevgili, sevdiceğim, sen yokken ben bilmezdim şiirle şiirlenmeyi, heceyle gecelenmeyi, geceyle hece hece incelmeyi. Beni aşka mahpus eden yar, bu ne güzel bir mahkumiyettir böyle. 
Ben sana mahkummuşum ezelden ebede nurtanem.  
Mozart Kemal benim adım. Ta küçükken dediler bunu bana. Bizim köyün tepesinden başlar, en aşağısına kadar bitmeyen, tükenmeyen sesimle, soluğumla şarkılar, türküler çığırırdım.  Köyün tüm çocukları ardıma takılırdı. Ne hoş güderdik köylünün sığırını. Dağ tepe aşar yaylalarda otlatırdık hayvanları. Alkış tutanlarımız hayvanlarımızdı. Değneklerimiz hem mikrofon hem de resim çubuklarımızdı. Çamurdan heykellerime o vakitlerde başlamıştım. Çeşmeden lastik ayakkabılarımızla su taşır toprağı ıslatıp yoğururduk evvel.  Sonra şekillendirir ve kuruması için güneşe koyardık. Beklerken köy odası sohbetleri ederdik. Hikayeler uydurur, türküler söylerdik. Tatlıydı o günler. Heyecanlı. Hevesli. 
Okumak için şehre gitmek gerekiyordu. Kalabalık sülalemizden, kocaman konaktan ayrılıp küçük küçük odaları olan, üst üste dizilmiş bir eve taşındık. Balkondan bakıyordum dışarıya. Taştı yollar. Koşardım yine hızlıca. Ama düşünce çok acırdı canım. Kanardı her yanım. Toprağı unuttum önceleri. Toprakla oynamayı. Allah’tan kalem tuttu ellerim. O ellerle yazı yazmayı çok sevdim. Lakin anne, babamın geçimsizliği, hem kendilerine hem bizlere yabancılığı okulu artık kaçış yeri olarak görmeme sebep oldu. 
(   )
Ne kadar başarılı olsamda derslerimde babam “aferin” demedi hiç. Halbuki bu söze öyle ihtiyacım vardı( )ki! Sırtımın sıvazlanmasına. Anam ağlamaktan, evi evirip çevirece(ği)m diye uğraşmaktan çok yorulurdu. Bunların üstüne bir de eş zulmü! Ben liseye gelene dek dayanmıştı. O sene öksürükleri arttı. Ağzından (birkaç) kez kan gelmişti. Bir anda ölüverdi (sonra). Ne yapacağımı bilemedim. Dertlerim çok sanırdım. Aydınlıkmış meğer benim dünyam. Anam gidince anladım. Sesine, soluğuna sarılıp güç alıyomuşum ondan. Kırıldı kolum kanadım.  İçim bitti ama dışım yapıyordu işte bir şeyler. Yaşıyormuş gibi yapıyordu. Babam da bakamadı bize tek başına. Köyden hiç desteklemediler. Bir gün çalışaca(ğı)m diye gitti babam Almanya’ya. Gidiş o gidiş. Dönmedi bi(r) daha. Duyduk orda evlenmiş yabancı bir kadınla. 
Dedim ya gülüm! Anamla başladı benim ölüm günüm. Ama sen gökten inen bir hediye oldun bana. Meleğim benim. Adı gibi kendi de melek olan bana yaşam iksiri sunan güzel hatunum.  Sen sevdin ben dirildim. Sen baktın o güzel gözlerinle ben hayat buldum. 
Sana kadar yaşadıklarım yaşamak (değildi) zati. Hepsine çektin kalın bir çizgi. Yeniden başladı seninle benim ömrüm.  Mozart Kemal yeniden doğdu. Asra meydan okuyan sevdasıyla hem resmetti, hem heykel etti, hem yazdı,  hem söyledi. Sanatçı ruhunu âlemde seyreyledi. 
İki kız kardeşim, ikiz bebelerim ve seninle, yaşamın en güzel yerinde, mutluluğun zirvesinde huzurla demlenir, figanımı dinleyen dostlarıma teşekkürler ederim.

devamını oku