Derviş Zaim, ilk filmi olan Tabutta Rövaşata (1996)’da yalın ve düz bir anlatımla İstanbul’da kaybedenlerin hikayesini anlatmaktadır.
Filmi ön plana çıkaran çekildiği dönemin toplumsal, kültürel ve ekonomik yapısına paralel olarak İstanbul’u Yeşilçam sinemasının tersine bir üretme ya da hayal mekân olarak değil, kaybedenlerin evi olarak göstermesidir.
Filmde Mahsun adlı karakter, Rumelihisarı’nda yaşayan bir evsizdir. Balıkçı teknesi sahibi Reis’in küçük yardımlarıyla hayatını sürdürmeye çalışır. Reis’in teknesinde çalışan birkaç kişi ve kendisi gibi evsiz olan Sarı, Mahsun’un çevresindeki yegâne insanlardır. Mahsun vaktini genelde Rumelihisarı’ndaki kahvede geçirmektedir. Gece olunca da uyumak için ya bir inşaata ya da balıkhaneye gider. Evsiz olması ve geceleri dışarıda kalmasından dolayı kimi zaman İstanbul’un çeşitli semtlerinden araba çalıp içinde uyur, sabah olunca da aldığı yere bırakır. Bu nedenle de başı hiç dertten kurtulmaz.
1990’lardan itibaren İstanbul, Türk Sineması için romantik fonundan sıyrılarak tehlikeli ve illegal yaşamların sıkça karşımıza çıktığı modern bir kente dönüşür. Kirlenen ve huzursuz bir kent olarak İstanbul, Yeşilçam döneminin aksine yaşayanlara hiçbir şey vaat etmez. Kent; yersiz yurtsuzların, evsizlerin ve yoksulların mekanı olarak Tabutta Rövaşata’nın da anlam dünyasına katkı sunarken aslında bir nevi gerçekçi bir anlatım yönteminin benimsendiğini gösterir.
Filmde İstanbul, bir imge olarak görülmüş ve yoğun olarak kullanılmıştır. Rumeli Hisarı, Boğaz Köprüsü, Hisar Kalesi, Aşiyan Mezarlığı ve Fatih Sultan Mehmed Köprüsü gibi mekanlarda geçen film, bir çeşit agorafobi olarak adlandırılan iç mekân korkusu içinde olan Mahsun’un iç mekanlara giremeyişini de anlatmaktadır. Filmi başarılı kılan bir diğer öge de bireye ve mekâna karşı getirdiği farklı bakış açısıdır.
Başrolünü Ahmet Uğurlu ve Tuncer Kurtiz’in üstlendiği filmin müziklerini de Baba Zula yapmıştır. Hikâye, gerçek hayattan esinlenilerek yazılmıştır. Filmin adından anlaşılacağı üzere huzurun, varsıllığın konu edindiği karakterler için imkansızlığı anlatılmaktadır. Nasıl ki tabutta rövaşata çekmek imkansızdır, Mahsun için de İstanbul’da huzur bulmak o derece imkânsız hale gelmiştir.
Mahsun bağımlı bir karakterdir, yaşamsal ihtiyaçlarını tek başına karşılayamaz. Onun araba çalma sevdası her defasında kendisine pahalıya mal olur, polisten sürekli dayak yer. Buna rağmen “akıllanmaz”. Emniyet amirinin ifadesiyle devletin bütün kurumları ondan sıkılmıştır ancak bir o sıkılmamıştır araba çalmaktan. Bu sebeplerle Mahsun, aykırı bir karakterdir, topluma ve otoriteye uyum sağlamaz. Her defasında aynı süreçleri yeni baştan yaşar. Kişilik özellikleri ve davranışları, toplumdaki ortalama insan profilinden farklıdır. Fazlasıyla kendine özgü, herhangi bir grubu doğrudan temsil etmeyen bir film karakteridir. Çoğu alt sınıf, marjinal, lümpen, erkek karakterlerin hiçbirine benzemez. Toplumda yaygın olarak bulunan geleneksel dindarlıkla ya da popüler milliyetçilikle bir ilgisi yoktur. Kadınlara yaklaşımı genel erkek tavrına göre daha duygusal ve naiftir. Bağımlı, aidiyetsiz, yersiz yurtsuz, silik bir kişilik olarak toplumun kıyısında yaşar. Aykırı olmasının yanında ayrıksı bir yapısı vardır. Türk sinemasında daha önce görülen karakter tiplemelerinden farklıdır, yeni bir insan tipi olarak durur.
Filmde dikkat çeken bir diğer unsur ise tavus kuşudur. Beklenmedik bir şekilde Osmanlı’dan günümüze uzanan bir hikâyenin içinde bulur kendini Mahsun. Fatih Sultan Mehmed Konstantinopolis’i fethetmeden önce Rumelihisarı’nı yaptırdığında, zamanın İran kralı hediye olarak bahçesinde gezinsinler diye bolluğun bereketin, çoğalmanın, kötülüğe karşı iyiliğin nişanesi olan tavus kuşları yollamıştır. Sultan Mehmed’in ölümünün ardından ani bir şekilde ortadan kaybolmuş hepsi. Aradan asırlar geçtikten sonra ne olmuşsa olmuş İran devlet başkanı şimdilerde yine tavus kuşları yollamış ve bununla ilgili bir tören yapılacakmış Hisar’ın bahçesinde. Mahsun katılmak ister ama giriş paralıdır, üç adam boyu demir parmaklıklardan atlayıp arkadan dolanarak girer. Sonra kuşlardan birini çalar ve İstanbul sokaklarında kucağında tavus kuşuyla koşturmaya başlar. Filmin en güzel ama en absürt ve olağan dışı sahnelerinden biri Galata Köprüsü üzerinde tavus kuşunun uzun süslü kuyruğunu toplayarak koşan Mahsun’un görüntüsüdür. Yönetmen, Osmanlı İmparatorluğu’ndan hatıra tavus kuşuna da filminde yer açarak gelenekle kuracağı bağ hakkında izleyicisine daha ilk filmden ip ucu vermiştir.