muzaffer uzunoğlu muzaffer uzunoğlu

Su Usta'ya Dair

“Su Usta: Kendini Koruma Bilgeliği” Şener Aksu’nun yazdığı alegorik bir eser. 

Alegori, bir sanat eserindeki ögelerin gerçek hayattan bir şeyleri temsil etmesi durumu olarak tarif edilebilir. Belli ki Su Usta’daki alegori farklı okuyucuya farklı mesajlar ve tatlar verecek. Yazarın belki zaman önce başlayıp ancak tamamladığı, bir anlamda “olgunluk dönemi” eseri. Uzun okumaların ve anlamlandırmaların, birçok birikimin neticesi. 

Yaşamın içeriğine ve gayesine dair düşünmek ve ortaya çıkan düşünceyi felsefeyle bir zemine oturtmak gerekir ki su, usta olabilsin. 

Su Usta gibi alegorik eserlerin hem Türk hem de dünya edebiyatında çokça örneği var. Bu eserlerin bazıları sanat göstermek için yazılmış, bazıları da döneminin istibdadına muhatap olmadan sanatçı refleksiyle hislerin dışa vurumu olarak kaleme alınmış. İngiliz yazar George Orwel’ın dönemin siyasi atmosferinden dolayı yayınevlerinin ilk zamanlar basmayı kabul etmediği alegorik romanı "Hayvan Çiftliği", bugün tüm dünyada en çok okunan kitaplar arasında. Eserin arka planında yatan düşünceye ve Stalinizm yergisine dair bilgisi olmayan bir okuyucu için eser çizgi film tadında. Ama tarihsel gerçeklikle ilişkilendirilerek okunduğunda muazzam bir başyapıt karşımıza çıkmakta. Hayvan Çiftliği, 80 yıl öncesinden çıkıp birçok uluslararası durakta zaman zaman durarak bugünlere ulaştı. Hem önceki duraklarda hem de bugün çok okunmasının en önemli nedeni eleştirisini yaptığı kamu yönetiminin güncelliğini koruyor olması.  

Bizim edebiyatımız da alegorik eserler bakımından epey zengin. Kutadgu Bilig, Harname, Mantıkut Tayr bunlardan bazıları. Yusuf Has Hacip; Kutadgu Bilig karakterleri Küntogdı (Gündoğdu) ile adaleti, Aytoldı (Dolunay) ile saadeti, Ögdülmiş (Övülmüş) ile aklı, Odgurmış (Uyanmış) ile akıbeti ve kanaati temsillendirmişti.

15. yüzyıl divan edebiyatı şairlerinden Şeyhi, “Bir eşek var idi zaif ü nîzar / Yük elinden katı şikeste vü zâr.” diye başladığı Harname adlı mesnevisinde hayatını çalışmakla geçirmiş yetenekleri sınırlı hâris bir eşeğin öyküsünü anlatır. Şeyhî, “zayıf ve nizar” bir eşek üzerinden aslında insanlara kendi yaratılış özelliklerinin farkına varıp elindekiyle yetinmenin doğruluğunu, yeteneklerinin fevkinde olan başkalarına ait imkanlara talip olmanın sebep olacağı olumsuz sonuçları anlatır. 

Gülşehrî, Mantıku't-Tayr adlı eserinde kuşlar ile ilgili hikâyeler anlatarak çeşitli semboller aracılığıyla tasavvuf öğretilerini aktarmaktadır. Hüthüt kuşunun başka kuşlarla yaptığı söyleşiler aslında tasavvuf geleneğinin prensiplerini vurgulamaktadır. 

Su Usta için şimdiden alegorik eser türlerinin “best”lerinden biridir demek elbette ki yanlış olur. Ama Türk ve dünya edebiyatından değindiğim eserlerle benzer özellikler taşıyor olması, söyleyişteki şiirsellik ve ustalık esere kıymet katıyor. Ayrıca öykülerin alt metninde ifade edildiğini düşündüğüm sınırları her okumada ve okuyucuda genişleyecek olan ana fikirler, verilmek istenen mesaj eseri okunası bir cazibeye büründürüyor.

Su Usta’da daha önce kullanıldığına hiç tesadüf etmediğimiz “Arayış Günü, Bilge Yolu, Bilge Bahçe” gibi fantastik yeni kavramlarla birlikte birçok önerme, analoji, temsil ve teşbih mevcut. Bu durum, okuyucuların kıratına ve kültürel ferasetine göre eseri farklı adlandırmasına imkân tanıyor. Bazı genç okuyucular esere çizgi film tadında bir fabl örneği diyebilir. Tasavvuf geleneğine aşina, bu alanda birkaç kitap karıştırmış bir okur kitapta kolaylıkla mistik temsiller bulabilir. Onlara göre eserin analojilerle örülü mistik bir metin olarak tanımlanması hiç de yanlış olmaz. Su Usta’nın karmaşıklaşan insan ilişkileri ve hayata hep güzel tarafından bakmayı öğütleyen kişisel gelişim türünde bir eser olduğu bile iddia edilebilir. 

Yazar, kitabın “Kendi Olmak” adlı bölümünde ana kahraman Su Usta’nın iç sesiyle dillendirdiği “Kulak hazır olmadan fısıldamak nefese zarar.” önermesiyle tasavvuf öğretilerine açık kıvama gelmeye vurgu yapmış olabilir. Yine eserin “Yardım” adlı bölümünde Eksik Söz ile Su Usta’nın söyleşisinin bir yerinde geçen “Eğer birine yardım ederken onun bize minnet duymasını umarak yapıyorsak bu yardım değildir. Demek ki gerçek yardım eden minnet yahut vefa beklemez.” ifadesinin ana fikri İslam dininin en temel öğretilerinden olan bir elin verdiğini öbür elin görmemesi ve beklentisizlik düsturunu çağrıştırıyor. “Yüzleşmek”te Kül Serçesi’yle Usta’nın diyalogunda geçen ırmak metaforu da tasavvuftaki insan-ı kâmil yürüşünün “fena makamları”na atıf yapıyor diye yorumlanabilir.  

“Yetişemezsin senden beklenene, hep eksik kalırsın. İçin azalır, yüreğin çürür ardın sıra. Ne yapacaksın? Kendin mi olacaksın, başkalarının istediği mi?” ifadesi ise “Başkaları nedir?” ile mücadele eden modern dönem insanına apaçık kişisel gelişim mesajıdır. “İçin boşken dışın doluysa hayat terazin bozulmuş demektir. İçinle dışın dengeye geldiğinde kendin olursun. Kendin olduğunda güzel olursun, huzur bulursun.” ifadesi de böyledir zannımca.

Eser, nesir türünde yazılmış olmasına rağmen anlatımdaki şiirsellik, Şener Aksu’nun şair kimliğini gözler önüne seriyor. “Yorgunluğunu yorgan yapıp yatağına uzanmış, penceresinden göğsüne vuran ay ışığına sarılıp uyumuştu.” ile “Ay gökyüzüne gelip kurulmuş, ışığıyla her şeyi okşuyordu.” ifadeleri sanki divan şiirinden alıntılanmış beyitlerin şerhi gibi değil mi sizce de? 

Diğer alegorik eserlerde olduğu gibi Su Usta’daki kahramanlar ve yer isimleri de özenle seçilmiş. Analizleri yapıldığında adlar ve özellikler arasında muazzam bir tenasüp kendini göstermekte. Eserin ana karakteri Su Usta’da bu çok belirgin. İnsanın ve doğadaki tüm canlıların varlığı ve devamı için havadan sonra ilk elzem unsur olan suya maharetten ziyade bilgelik barındıran bir vasıf olarak ustalık gömleği giydirilmiş.  Yazar, usta kavramını Uzakdoğu öğretilerindeki pir-i fani, bilge kişi olarak kullanmış. Su Usta, suyun özelliklerinden mülhem hayatın anlamı, doğadaki güzelliklerden istifade, dünyanın çekiciliği ve geçiciliği üzerine derin okumalar yapan bilge ana karakter olarak çıkıyor karşımıza. Su Usta; daralmış, bunalmış, dertli ve muhtaç bir öğrenci / tilmiz / çırak ile konuşuyor çoğu zaman. Çırağın içinde bulunduğu hâl, insanlığın hâli. Bilge kişi, önce sorular sorarak muhatabına sorgulama yaptırıyor, sonra saptamalardan çıkarımlar oluşturuyor. Daha sonra da analoji ve teşbihlerle çözümler üretiyor. Usta, babayani bir tavırla işlerini görüyor. Yani zorlama, dikte vs. olmaksızın muhatabın aklını çelip gönlüne giriyor. Çıraktaki istenmeyen ruh hâli, Usta’nın hem dervişane tavrı hem de mantıklı izahlarıyla ortadan kalkıyor.

Su Usta’nın etrafında gelişen olayların mekânı genellikle, kıyısında bir akarsu bulunan ve köknar, gürgen, söğüt gibi çeşit çeşit ağaçların, renk renk çiçeklerin huzur saldığı bir bahçe. Yazar efsunlu bir adlandırmayla buraya “Bilge Bahçe” diyor. Eski zamanların ve modern dönemlerin mekteb-i leylisi, tekkesi, oratoryomu yahut akademisi olarak nitelendirilebilecek mahiyetteki bu yer bir anlamda bilgelik okulu. Okul bilginin yeşerdiği, bilgi meyvesinin hasat edildiği bilgelik bağı değil midir zaten? Okulların varlık gayesiyle ne kadar da güzel örtüşüyor bu adlandırma. 

“Heyecan” adlı bölümde “Ay Gölgesi” yardımcı karakter. Öykü, Ay Gölgesi’nin odasından bir süredir çıkmaması ve gözükmemesi üzerine başlıyor, bunun üzerinden başlayan söyleşmelerle devam ediyor. Yazar, Ay Gölgesi adlandırmasını ister “ay tutulması”ndan hareketle kullansın isterse ay ışığının engellenmesiyle aydınlık yerde oluşan karanlıktan ilhamen oluştursun ay tutulması veya ayın gölgesi ender görülür. Zira ay belli zamanlarda gölge yapacak parlaklığa ulaşır. O zaman da gökyüzü açık olmalıdır ki ayın ışığı yeryüzüne ulaşabilsin, ışık gölge üretsin. Epeydir odasından çıkıp görünmeyen “Ay Gölgesi” adlı kahraman ile ender zamanlarda oluşabilen “ayın gölgesi” arasında karakter-özellik uyumunu bilinçli bir tercih olsa gerek. 

Akşam Serinliği, İçli Mimoza, İkiz Ay, Mum Çiçeği, Kum Kelebeği, Meşe Dili, Göl Zambağı, Kül Serçesi, Yaprak Mührü, Güz Çileği, Dağ Esintisi, Sisli Kaya kitaptaki diğer karakterlerden bazıları. Bu adlandırmalar, esere gizemli bir hava katarken aynı zamanda yazarın doğa tutkusunu da gözler önüne seriyor. Doğayla iç içe bir yazarın kitabında kullandığı isimlerin doğadan olması zaten kaçınılmazdır. Bu isimlendirmelerin sıradanlıktan uzak, özgün ve esrarengiz adlar olması ise yazarın felsefeyle olan ilişkisine yorumlanabilir. 

Su Usta kitabı, yazarın hem edebî hem akademik hem de içine doğup içinde var olduğu sosyal hayata dair birçok iz taşıyor. Bu, doğal bir durum. Zira hiçbir eser müellifinden ayrı düşünülemez. Şener Aksu, tarih ve felsefe dersleri vermiş bir akademisyen; şiir yazmaya, üretmeye devam eden bir şair; şiir, edebiyat, sanat üzerine yazılar kaleme alan, farklı mecralarda konuşan, araştırmacı yazar; atölyeler açıp birikimlerini taliplilerine aktaran bir öğretmen; doğayla iç içe, dağlara kaçmak için her fırsatı değerlendiren -kendi ifadesiyle- bir yayla çocuğu. Müellifin bu özellikleri Su Usta’da o kadar belirgin ki yazar içine doğduğu şartları, akademik bilgilerini, yıllar içinde oluşan birikimlerini ve tecrübelerini eserde okuyucuya etkileyici bir anlatımla sunuyor. 

Çok okunması ve kadrinin farkına varılması dileğiyle… 

devamını oku