Çok hızlı değişim ve dönüşüm yaşayan bir dünyada insan duygu ve düşüncesinin de aynı hızla değiştiğini izlemekteyiz. Tanık olmaktayız. Bu öyle hızlı bir değişim ki kültürel bir dönüşümün, ışık hızında bilgi akışının güncel olanaklarla gündemi meşgul ederek başka bir “şeye” evrildiğini söyleyebiliriz. Şeye diyorum çünkü tanımsız bir değişim ve dönüşümden söz ediyorum. Onun farkına vardığımızda bir anda da unutmuş oluyoruz. Edebiyatı bu değişim ve dönüşümden elbette ayrı tutamayız. Bu konuya yani edebiyatın nereye evrilebileceği hakkında bir düşünce yürütmeye çalışacağım. Umarım bir işe yarar. Bu serüvene bir hayli geriden başlamak istiyorum.
Türümüzün insan olmadan önceki haline “sapiens” dendiğini biliyorsunuz. Bu sapiens kendisine benzeyen beş türle birlikte doğaya tutunma varlığını sürdürme mücadelesi veriyordu. Onu doğaya ve diğer canlılara karşı bir adım öne atan alet yapma ve kullanma yeteneği, doğa hakkında akıl yürütmesiydi. Burada mizahı giriş yapayım eğer kargalar alet kullanma yeteneğini sapiensten önce geliştirerek akıl yürütseydi(?) bu yazıyı yazan bir karga olabilirdi. Konuya döneyim sapiensin en büyük devrimi, değişimi ve dönüşümü ateşi bulmasıyla olmuştur. O gün bugün dünyayı yakıp duruyor. Sonra buğdayı bulduğunda yaşam biçimi kökten değişmiş, bedeninde fiziki değişiklikler beyninde de farklılık yaşamıştır. O artık kabileler halinde yaşıyordu. Kabileye itiraz eden veya çok meraklı olan dünyayı keşfetti. Kıtalara yayıldı. Peş peşe ihtiyacı olan buluşlar yaptı. Tanıdığı iki şeyi bilmediğini bir şekilde birbirine bağlayarak (Burnett) yaratıcılık denen bir kavram yarattı. Örneğin; vahşi bir atı evcilleştirerek onu tekerlekle birleştirdi ve at arabasını yaptı. Milyon yıllar alan bu yaratıcılık sürecinde farkında olmadığı şekilde dünyanın yeniden yorumlanması olarak nitelendirebileceğimiz “sanat”ı yarattı. Ben bu yeteneğin insanın içgüdülerinde var olduğunu düşünüyorum. Aksi olsaydı o mağaralarda ilk sanat eserleri olarak bilinen çizimleri yapmazdı diye düşünüyorum. Neden? Çünkü türünü devam ettirmek yani cinsellik, barınma ihtiyacı, biyolojik varlığı sürdürmek için yemek gibi kendisini ifade etmek de doğaldır, diyorum. Bu ihtiyaçtan dolayı sadece sesten oluşan ifade biçimi önce resme, sonra çizgiye, daha sonra yan yana çizgiye ve harfe dönüştürdü. Her harfe bir ses vererek konuşma dili dediğimiz ifade biçimini yarattı. Onu da geliştirerek yazı dilini oluşturdu. Bugünki anlamda kendini geliştirmiş sapiense, tarih “insan” diyor. Diğer benzer türlerin ne olduğu şu an araştırılıyor. Şimdi buraya bir nokta koyayım.
Buraya kadar yarım saatte yazdım ama bu serüven yüz binlerce yıl sürdü. Bir insan ömrünün ortalama yetmiş seksen yıl olduğunu düşünürseniz nasıl büyük bir serüven değil mi? İnsan olmak da zordu kardeşim.
İşte o insan; duygu ve düşünceleri, yaşantısını dünyada yaşadığının bir kanıtı olarak mağara duvarlarına, dağlara, taşlara, hayvan derilerine hatta mezar taşına yazdı. Kağıdı bularak küçük metinler halinde bir düzleme çekti. Sonra onu disipline ederek masallar, şiirler, romanlar, öyküler, mektuplar yazdı. Biz bugün insanın kendisini ve duygularını, dünyayı anlatabilme yeteneğine edebiyat diyoruz. İnsanın bu yeryüzü serüvenine, biriktirdiği ve yaşadığı her şeye kültür diyoruz. Bu nedenle sapiens doğal, insan ise kültürel bir varlıktır. Bir es verelim ve devam edelim. Yavaş yavaş ana konumuza girelim.
İnsanın büyük serüveninin içinde kendisini ifade edebilme yeteneğini söylemiştim ve kültürel değişimin hızını anlatmıştım. Bütün bu anlatımdan dil ve edebiyatın, kültürü oluşturan en önemli insan yeteneklerinden biri olduğunu çıkarabilirsiniz. Kültür değiştikçe edebiyatın değişmesi bu nedenle kaçınılmazdır. Bir iddia olarak ifade edebilirim ki insanın kültürel birikimin seviyesine bugün uygarlık dersek uygarlık makarası geriye sarılamaz. Edebiyatta bu nedenle geçmişten beslenir ama geçmişle yaşayamaz diyebilirim. Bu koşullarda edebiyat bundan sonra nereye evrilir?
Kargalar kırmızı ışıkta yola ceviz atıyor, otomobillere ezdirip yiyor, karda çatılarda kayıyor. Bunlardan biri balkondaki çiçeğimin dibine sürekli ceviz gömüyor. Ben çıkarıp atıyorum, o dikiyor. Kargalarda olağanüstü bir uygarlaşma var ama halen karga. Dil pabuç gibi. Oysa insan sokakta köpek gezdirir gibi gezegenlerde uzay aracı gezdiriyor, uçurtma uçurur gibi yörüngeler arasında uydu uçuruyor. Dünyanın bir ucundan öbür ucuna anlık gidiyor. Ha bir de yapay zeka var! Bu zekaya benim zekam yetmiyor, itiraf ediyorum. Hal böyleyken edebiyatın yerinde sayacağını hangi saf düşünebilir ki! Aynı hızla o da değişiyor. Yeraltı yerüstü, post modern derken sürekli iki bilindik şeyi bilmediğimiz bir şekilde birbirine bağlamaya devam ediyoruz. Gelecekte uzaylı ve insanüstü metinler, çok yoğun anlam içeren kısa metinler, yapay zekanın yaratıcısı üst beyinlere hitap eden düşünce üstü metinler, e-kitaptan belki x kitaba geçişler, kitapsız bir edebiyat, emojilerle yazım ya da farklı bir yazımı, edebiyatın evrilme yönü olarak değerlendiriyorum. Metaverse bir dünyanın metaverse edebiyatı düşüncelerim arasında duruyor. Belki sonraki yıllarda bugün insan dediğimiz eski sapiense meta-x bile denebilir.
Özetle duygu ve düşüncelerimiz ve yaşantımız ışık hızında değişirken edebiyat bunun gerisinde kalmıyor. Ancak ben tutucuyum, bunlar yıllar önce ziyaret ettiğim bir müzede Frigyalı bir ustanın yaptığı kasenin üzerine yazdığı üç binlik yıllık bir yazıyı düşünüyorum.
“Benetta bu işleri yaptı”