gürsel akbulut gürsel akbulut

Apartman; Köyün Kentsel Çığlıkları

“Bir şehrin şekli bir faninin kalbinden daha çabuk değişiyor.” (Baudelaire)

İnsan önce göçebeydi. Evi yüreğindeydi, yuvasını kuşlar gibi istediği mekâna kurar sonra da bir başka mekâna taşınırdı.

Kâinatın doğal güzelliğini ruhunun özgürlüğü ölçüsünde kullandıkça insanoğlu bu hazzı olabildiğince tattı. Onun için yeryüzü bir otağ,  gökyüzü bir kubbe idi. Keskin doğa şartlarının acımasızlığına karşı bir o kadar da mutluydular. Daha sonraları oradan oraya koşuşturmaktan yorulan bedenlerinin sesini dinleyerek suların en güzel çağladığı,  göğün en mavisinin olduğu yerlere köyler kurarak yerleşik yurt edindiler. Bağlar bahçeler edinip toprağın üzerinde sınırlar çizildikçe sahiplenme duygusuyla beraber mal mülk edinme yarışları da artık çoktan başlamıştı.

Tabiata ait doğal seslerin eşliğinde doğal koşullarda çalışmaktan elleri nasır bağlasa da her şeye rağmen toprağı işleyerek hayatı güzelleştirmenin mutluluğu vardı yüzlerinde. Ne zaman ki bu güzelliği nefsinin özgürlüğü ölçüsünde kullanmaya başladılar o zaman sosyal hayattaki karmaşa da başlamış oluyordu.

Toplu olarak daha iyi şartlar altında yaşayabilme arzusuyla bu defa köyden kente doğru göçler başladı.  Müstakil evlerde süren ferdi yaşam tarzından ziyade, artan nüfusa oranla mevcut arazilerden daha çok faydalanmak adına apartmanlarda yaşamanın sosyal getirisi kaçınılmaz olmuştu. Buna ekonomik sıkıntılar da eklenince daha cazip imkânların var oluşu haliyle toplumları şehir hayatına sürüklemekteydi.

Köyden kente yapılan bu plansız göçlerin önü alınamayınca kontrolsüz yığılmalar meydana geldi. Kolaylığa ve modernliğe talip oldukça bu defa kendi öz yaşantılarından ödün vermeye başladılar. Hayatımıza giren her bir yeniliği farkında olmadan adeta eski bir değerimizle satın alıyorduk.  Şehirlerdeki sanayileşme ile birlikte önce doğal güzelliklerimiz sonra tertemiz soluduğumuz havayı ve daha da ötesi geleneksel kültürümüz heba edildi. Velhasıl medeniyet geliştikçe hayatımıza yenilik katarak kolaylaştırıyor ama bir o kadar da problemi beraberinde getiriyordu. Yerleşim yerlerinin şekliyle beraber insanların geleneksel düşünce tarzı da değişiyordu. Bundan dolayı ferdî yaşayıp toplumsal düşünenler ile toplumsal yaşayıp ferdî düşünen insanların yaşam şekilleri de kültür dünyamızda epey yer teşkil etmeye başlamıştı.

Medeniyetin hızla gelişmesiyle birlikte insanlar arsında uyum bakımından sosyalleşmenin her alanında kültürel yozlaşma yaşanmaktaydı. Müstakil eşyasını da beraberinde taşıyan sakinler tarafından apartman balkonları kiler gibi kullanıldığından modernleşme adına görüntü bozukluğu oluyordu. Bununla birlikte eşyalarını iyisiyle kötüsüyle açık bir şekilde sergilerken dertlerini ve kederlerini saklamayı ihmal etmediler. Aynı apartmanda birbirinden habersiz bir yabancı gibi yaşayan üst kattakiler alt kattakilere tozlu kilimlerini çırparak “Merhaba!” derken onların da balkondan mangal dumanları ile karşılık verdikleri zamanlar oldu.

Şehirleşirken fiziki mimariye verilen önem kadar şehrin ruh mimarisine önem verilmeyişi insanların yaşantılarında uyum sarsıntıları meydana getirdi.

Birçok yerleşim yerlerinin alt yapı noksanı, parkları, bahçeleri şadırvanları göz ardı edildiği gibi çocuklarımızın gülüp oynayacağı alanları pervasızca ihmal edildiğinden onlara apartman aralarında oyun oynamayı reva gördük.

Doğal çevrenin tahribatına,  trafiğin allak bullak edilmesine aldırış bile etmeden “Değerli yer yükselir, en değerli yer daha da yükselir.” düşüncesiyle devasa açılan çukurlardan üzerine camdan elbise giydirilmiş ışıl ışıl binalar yükseldi. Ancak yükselme hırsı ve arzusu beraberinde hayal kırıklığını da getiriyordu. Alt yapısız yükselen bu cam gözlü devler, ışıltılı aydınlığının yanında asla örtbas edilemeyen karanlık yüzünü de göstermeye başlamıştı. Kapısını kapattıktan sonra dış dünyaya aldırış etmeden yaşayan kentli insanlara, yürek kapılarını dış dünyaya kapayarak bencillik denen yeni ödevler yüklemişti.

Önceleri evlerimiz komşularımıza belki uzaktı ama manevi olarak birbirimize daha yakındık.  Sonra insanlar birbirlerine konut olarak yaklaştıkça manevi olarak bir o kadar uzaklaştılar. Necip Fazıl’ın dediği gibi:

         ''Üst üste insan türü

          Bu ne hayat götürü

          Yakınlıktan ötürü

          Kaçıp gitmiş yakınlık''

Misali çoğaldıkça yalnızlaşan, yalnızlaştıkça çoğalan yalnız kalabalıklar türedi.

Bir sokağı veya bir caddeyi tarif ederken belirgin özellikleriyle ön plana çıkan o kadim konakların ve cumba balkonlu evlerin yerini, adeta birbirinin kopyası olan, soğuk betondan yapılmış sıradan binalar doldurdu. Şehrin yüzüne gelişigüzel boyalarla makyaj yaparken mahallenin yanağındaki tanınmaya namzet o belirgin gamzelerini de yok ettik. Onca kalabalığın içinde aynada kendi yüzünü arayan şaşkın gibi duruyor binalar.

Şimdilerde şehirler birbirine ne çok benziyor. Velhasıl… Ne apartman sakini olabildik kapımızın dış kısmını düşünen;  ne de şehirli olabildik ruhumuzun güzelliklerini devşiren.

devamını oku