gürsel akbulut gürsel akbulut

kültür ve edebiyatımızda “ gurbet ve ayrılıklar”

Gurbet ve ayrılık; sıladan, sevdiklerinden ve kendine ait olandan ayrılıp gariplik duygusu içine düştüğü durumdur insanoğlunun.

Tasavvuf düşüncesinde gurbet ve ayrılığın ayrı bir yeri vardır: “İnsanoğlu dünyaya gelmeden önce asıl vatanı ( bezm-i elest) ruhların yaratıldığı mekânda huzur içindeydi. Ne zaman asıl vatanından ayrılarak dünya denilen gurbete düştü o zaman ötelere yani geldiği yere doğru özlem duymaya başladı.”  Bu hissiyat,  asıl vatanına dönünceye kadar devam edecek olan, insanoğlunun yüreğindeki ayrılık acısı da tabii ki dinmedi. Zira dünya hayatındaki gurbedî duyguların ve ayrılık acılarının bilinçaltı sızısını bu ayrılık oluşturmaktadır.

“Ne görsem ötesinde hasret çektiğim diyar

 Kavuşmak nasıl olmaz mademki ayrılık var”

Sözleriyle Necip Fazıl ötelere ait hakikatin varlığından dem vurur. İnsanoğlu gurbet ve ayrılıklar adına acılarını sevinçlerini ve kederlerini kimi zaman türkü olarak,  kimi zaman şiir olarak,  kimi zaman da öykü ve mani olarak yazıya dökmüştür. Bütün bunları yaparken kullandığı dilin gücü oranında ona ses vermiş, duygu yüklemiştir.

Gurbet ve ayrılıklar; insan hayatında ölümden sonra gelen en zor duygu terennümleridir. Sılasından ve sevdiğinden ayrı düşüp hasretin yakıp kavurduğu yanık gönüllerin ümit dolu hüzünlenişidir. Onda hasretler gözyaşıyla ıslanıp sevgi çıkını olur. Ta ki vuslat anında sevgiliye sunulsun. Zira ayrılık varsa elbet kavuşmak da var.

Bir Anadolu kadının askerdeki erine yazdığı mektuptaki şu mısralar, sevdiğine karşı duyduğu özlemi ne güzel anlatır:

“Akça dağımı buza dönderme

Ciğerimi yakıp köze dönderme

Demiştin ki ilkbahara gelirim

Mevlayı seversen güze dönderme”       

Anadolu kadınları memleketlerinde kalır, erkekleri iş güç gayesiyle büyük şehirlere gitmek zorunda olurlardı. Bu gitmeye pek de gönüllü başlamayan delikanlı, eşinden ayrılırken derdini ela gözlü yârine güzel dilimizin duygu yüklü kelimeleriyle bir Eğin türküsünde şöyle dile getirir:

“Gider oldum tedarikim görüldü,

 Gitme diye yar boynuma sarıldı.

 Bilmem neylemiştim hain feleğe,

 Niye beni nazlı yardan ayırdı”

Tabii ki gurbette geçen en hazin zaman yine gurbet akşamlarıdır. Hasretlik gariplerin gönlünde fitili ağır ağır yanan bir isli lambadır. Yüreği için için göynürken is çöker buğulu gözlere sonra ya sazına sarılır mızrabı yüreğine batarcasına ya da arifçe divitinden katran damlayan kalemine:

“ Hiç istemem yine gelir

Çatar gurbet akşamları

Yüreğime hançer olur

Batar gurbet akşamları


Memleketim ilim obam

Kavim gardaş dost akrabam

Gözlerimde anam babam

Tüter gurbet akşamları”

Çoğu zaman gurbet yolculuğunun uzun sürdüğü de olur, zira şimdiki gibi hızlı vasıtalar yoktur. At üstünde, kağnı üzerinde yağmur yaş demeden günlerce saatlerce gidilir. Bunlardan birisi de öğretmenlik görevi uğruna Anadolu yollarına düşen  Faruk Nafiz Çamlıbel’dir. Nihayetinde o da dayanamaz,  yine uzayıp giden bir yolculuk esnasında arabacıya şöyle seslenir:

Gurbet Âdemden kara hasret ölümden acı

 Ne zaman tükenecek bu yollar arabacı

Atlarını hızlı sür ki köye pek geç varmasın

 Nişanlımın gözleri yollarda kararmasın”

Öyle ayrılıklar vardır ki onda âşık sevdiğine karşı ümidini yitirmiştir ve her ayrılık anı gelip çattığında gönlünün zembereği bir kez daha boşalır ama yine de o her defasında olduğu gibi içinden geçen sözcükleri alıp merhem diye gönlünün yaralarını sarmasını bilir. Yarası kabuk bağlamış bu duygulu sözlere bir Rumeli türküsünde rastlarız:

“Bülbülleri har ağlatır

 Âşıkları yar ağlatır 

 Ben feleğe neylemişim

 Beni her bahar ağlatır

 Ben sana dayanamam yârim” 

Gurbet ve ayrılıklar denince ilk akla gelenlerden biride tabii ki halk ozanı Âşık Veysel’dir. O gurbeti;  “Şu dağın önü sıla, ardı gurbet” diyerek bir cümleyle ne güzel anlatmasını bilmiştir. Yine sazını omzuna alıp Anadolu yollarına düştüğü yıllarda uzun süre evinden yurdundan ayrı kalır. Bu sıralarda eşi Gülizar Hanım’dan bir mektup alır ve onun sayfalarca mektubunu bir dörtlük şiirle bakın ne güzel özetler:

“Yeni mektup aldım gül yüzlü yardan

 Gözletme yolları gel deyi yazmış

 Sivrialan köyünden bizim diyardan

Dağlar mor menekşe gül deyi yazmış”

“ Söyler dilim,  ağlar gözüm,  gariplere göynür özüm” diye kendisi gibi gariplere seslenen hak aşığı Yunus Emre ise içinde bulunduğu gariplik duygusunu şu hicranlı cümlelerle anlatır:

“Bir garip ölmüş diyeler üç günden sonra duyalar

Soğuk su ile yuyalar  şöyle garip bencileyin”

Şiirlerinde düşüncelerini açık ve anlaşılır bir üslupla söyleyen aşk ve tabiat şairi Karacaoğlan, ayrılık ve yoksulluğu ölümle eş tutmuştur:

Karacaoğlan der ki kondum göçülmez

 Acıdır ecel şerbeti içilmez

 Üç derdim var birbirinden seçilmez

 Bir ayrılık, bir yoksulluk, bir ölüm”

Gözyaşı akma sineme,  sana da ayrılık diyemem ki… Gurbedî ayrılıklar devam ettiği gibi hikâyeleri ve türküleri de devam edecek… Yüreğim yoruldu, lakin kulağım hala müzikte:

Gayrı dayanamam özüm kalmadı

  Mektuba yazacak sözüm kalmadı…”

devamını oku