ebru zeynep dişiaçık ebru zeynep dişiaçık

çocuk adam

O papatyaları saçlarına dizdiği gün hiç aklından çıkmıyordu. En taze zamanlarıydı. Yeşil gözlerine süzülen sarı perçemleri papatyalarla işbirliği içinde gibiydi. 

İnce beli, selvi boyu, narin elleri ve kiraz dudaklarıyla afeti devrandı bir zamanlarda...

O papatyalar tek kanıttı belkide, geçmişin sayfalarında.

Takvim yaprakları kopup gitmişti ya! Lakin zihin izin vermiyordu unutmaya. Geçmiş bir kelepçe misaliydi boğazında. En iyi bildiği şeyi yaptı, sustu. Sadece sustu.

Yatak odasından yükselen sesler günün ilk alarmını veriyordu. Kıyamet kopmadan önce kapıyı araladı. Ortalık yangın yeri gibiydi. Çocuk adam, tüm oyuncaklarını ordan oraya savurmuş çığlık çığlığa bağırıyordu. Sakinleşmesi gerekti. Yanına oturdu ve ellerini tuttu. Çilli elleri ve zayıf parmakları “vay be koca İhsan!” der gibiydi. Geçmişle olan hesaplaşma bitmemekteydi.

“Sana süt ısıtayım mı? İyi gelir, sakinleşirsin.”

O kocaman gövdesiyle büzüldü de büzüldü çocuk adam.

“Sen şimdi arabalarını sessizce sür o zaman. Ben süt ısıtıp geliyorum. Sessiz ol.”

Sütü ısıtır ısıtmaz getirdi, yanında birkaç bisküvi ile birlikte yedi. Oysa ki gözleri yorgundu çocuk adamın. Ruhu olup bitenden habersizdi.

Genç kadın odayı bir çırpıda toparladı ve çıktı. Kapı alacaklı gibi çalıyordu. Koşup açtı. Gelen alt katta oturan komşulardı. Üçü de burnundan soluyordu.

“Hanımefendi bu nasıl bir gürültü! Çocuğunuza hiç mi terbiye vermediniz! Ev başımıza yıkılacak nerdeyse!”

Çocuk mu! Çocuk adam mı! 

Dış gözle bambaşka bir hikaye çiziliyordu. Oysa ki yaşanılan her şey başka seyrediyordu. Derin bir nefes aldı genç kadın.

“Rahatsızlık verdiğimiz için özür dileriz. Daha dikkatli oluruz.”

“Lütfen! Hepimiz çocuk yetiştirdik. Ama bu şekilde değil!”

Çocuk! Çocuk adam!

Kelimeler yetersiz kalmıştı. Sustu genç kadın, sustu ve konuşamadı. Komşular söylene söylene oradan ayrıldılar. İçeri giren genç kadın yeni bir olay ile karşılaşmamak için tekrar odaya gitti. Çocuk adam bu sefer sessizdi. Oyuncaklarını eline almış yere uzanmıştı. Her şeyden habersiz gibiydi. Lakin kırışmış yüz çizgilerinden akan gözyaşı çok şey söylemekteydi.

Genç kadın da yanına uzandı, pamuk saçlarını okşadı. Şimdi o da ağlıyordu. Bir zamanlar en taze günlerini yaşadığı kendisi, şimdi aynalarla küs gibiydi. Beden dediğin de eskirdi. Tıpkı çocuk adam gibi.

Bir yandan saçlarını okşamaya devam etti, bir yandan da yılların yorgunluğunu barındıran yüz çizgilerinden akan gözyaşlarını sildi.

“Ah çocuk adam! Canım babam!”

devamını oku