şener aksu şener aksu

Roman Estetiği Bağlamında Özgünlük

Hayatım roman diyenlerin arasından çıkıp gelmiş biri olarak diyebilirim ki romanda özgünlük meselesi benim için öncelikli bir meseledir.  Bu önceliğim kişiselmiş gibi görünebilir ama böyle olmadığını anlatmak isterim. İki yayınevinin yayın yönetmenliğini üstlenmemin dışında, uzunca bir süre “roman estetiği” atölyeleri açmış biriyim. Bu nedenle çevremde görüşlerime değer veren bir topluluk oluştu doğal olarak… Hatta yazdığım romanlar nedeniyle bu topluluğun sınırları da genişledi. Böylece yayımlanmadan önce birçok roman dosyasıyla karşılaşma olanağım oldu. 

Tahmin edeceğiniz üzere insan roman yazmaya en bildiği yerden başlıyor, yani kendisinden. Kendi hayatının, deneyimlerinin özgün ve değerli olduğuna inanması onu güdülüyor… Yazarlık açısından bu kaçınılmaz bir uğrak. Öyle görünüyor ki her romancı bu uğrağı şöyle ya da böyle geçmek zorunda kalıyor… Kimileri kendini yazmak yerine anılarını yazıp romana yöneliyor, kimileri ilk romanın içine gizleniyor yahut doğrudan anılarının romanı yazıyor. Anı roman yazarları içerisinde boşanmış olanların oranı dikkat çekiyor. Bu romanların yazımını sağlayan şeyin, yaşadıklarını abartarak yahut estetize ederek duygusal çalkantılarını dindirmek olduğunu söylemeyeceğim bile… Gerçi sırf bunun için bile yazılır; nihayet yazarlık bir çeşit ağlama biçimidir diyenler var. Sanatın iyileştiriciliğini de buraya not düşmek isterim. Ancak böyle başlayan romancılık uzun soluklu olmuyor, bir ya da iki kitapta tamamlanıyor. Okuru da genellikle yazarların çevreleriyle sınırlı kalıyor. Hatta belli bir zaman sonra bu tür romanlar unutulup gidiyor. 

Bu sadece arınmak için yazılmış romanlar için geçerli bir son değil. Birçok roman ve romancı için de geçerlidir. Romanların sadece insanın çevresiyle sınırlı kalması ve sonra da unutulup gitmesi bize bir şey duyuruyor. Her sanat alanında olduğu gibi özgünlük kalıcılığın önkoşuludur. Ayrıca özgünlüğün pek az bulunduğudur. Bunu anlamak için bazı romanların yazarından bağımsız olarak zamanlar ötesinde ve mekanlar ötesinde etki etmesini gösterebiliriz. Dostoyevsky’nin “Suç ve Ceza”sı türünden romanlarda olduğu gibi…

Peki, özgünlük nedir ve romanda özgünlük nasıl serimlenir? Bu soru estetiğin de temel sorularından biridir, çünkü bize bir metnin güzellik duyumu vermesi onun özgünlüğüyle de ilgilidir. Özgünlük bize, ömrümüzdeki ilk örnekleri anımsatır. İlk kez deniz görmek, ilk kez ateş yakmak gibi… Hepimiz ilk olan deneyimlerimizdeki heyecanımızı anımsarız. Bir şeyle ilk karşılaşmanın üzerimizde heyecanlı bir etkisi vardır. Bu sanat açısından da böyledir. İlk kez karşılaştığınız bir içerik, hangi sanat alanında olursa olsun soluğunuzu keser… İster sinema olsun, ister mimari… İsterse roman olsun… Bu nedenle özgünlük güzellik duyumunun önemli koşullarından biridir. 

Peki, bir romanın özgün olduğunu nasıl belirlenebilir? İlk bakışta bu biraz çetrefilli bir iş gibi görünmektedir; çünkü okuyucular açısından özgünlüğün belirlenmesine yönelik bir ölçüt oluşturulamaz. Daha önce deneyimlemediği, fark etmediği bir içerikli karşılaşan okuyucu için o roman şüphesiz ki özgündür. Yaşantısındaki ilk örnekler gibi romanın karşısında heyecan duyar, kendini bir yanıyla eksik hisseder, bir yanıyla tamamlanmışlık duygusu yaşar vs… Yani güzellik karşısında yaşanılan ne varsa yaşayabilir… Ancak bu romanın özgün olduğunu göstermez. Sadece o okuyucunun yaşantısı açısından özgün olduğunu gösterir. 

Peki, herkes için geçerli bir özgünlük ölçüsü nasıl oluşturulabilir? Herkes için dendiğinde bunun evrensel bir ölçü olması gerekir.  Ama sanat için evrensel bir ölçü bulmak kolay değildir. Ne de olsa sanat nicelik değil nitelik alanıdır. Bu yüzden belki burada genel bir eğilimden söz etmek gerekir.  Ne de olsa romanlar bir dilin romanlarıdır, örneğin Türkçe’nin romanlarıdır. Yazıldıkları dilin koşullarına göre biçimlenip kurgulanmışlardır. O dilin göndermelerini içerir, o dildeki sözcüklerin ya da yapıların art yöreleriyle donanmıştır.  O dilin zenginliği yahut yoksulluğuna tabidir. Romandan alınacak estetik haz dille doğrudan bağlantılı olduğu için, sanat şüphesiz ki salt evrensel olamaz, yerellik içerir hatta bir yanıyla kültüreldir bile diyebiliriz. Böyle bir belirleme yapabilmemizin gerekçesi, ulusların ya da halkların dillerinin toplumsal bilinçaltıyla bağlantısıdır. 

Bu zorluğa rağmen diyebilirim özgünlük konusunda bir ölçü ararsak bulacağımız yer roman birikimidir. Yazılan bütün romanlar açısından bir roman özgün olabilir yahut olmayabilir. Daha önce kurgulanmış bir fikir yahut içerik insanlara ilk deneyimin duygusal yahut düşlemsel süreçlerini yaşatamaz. Bunu fıkra anlatanlar iyi bilir; daha önce anlatılmış bir fıkrayı ne kendileri anlatmak ister ne de duyanlar gülebilir. Bu nedenle benim gibi fıkra anlatıcıları önce dinleyicilere anlatacakları fıkrayı bilip bilmediklerini sorarlar. Fıkrayla ilk karşılaşma hem anlatan, hem dinleyen için kritik bir öneme sahiptir. Bu yazar için de geçerli olmalıdır. Yazar daha önce romanlaştırılmış bir fikri yahut içreği yazdığında bunun etkisini tahmin edebilir. Bu nedenle roman yazarlarının, daha önce yazılmış romanlar hakkında fikri olması gerekir. Kendisinin yoksa bile böyle bir görüye sahip eleştirmenlerden yardım alınabilir. 

Peki, böyle bir görüye sahip roman eleştirmeni olabilir mi? Şüphesiz ki olabilir, bu hem kişisel çabayla oluşturulabilecek bir birikimdir hem de akademi böyle bir birikimi oluşturabilir. Ülkemiz için hemen üniversitelerdeki Türk Dili ve Edebiyatı bölümleri akla gelmektedir. Günümüz üniversitelerinde böyle bir birikimden daha çok başka kaygıların egemen olduğunu söyleyebilirim. Ama daha önceki zamanlar için diyebiliriz ki hem akademi hem de kişisel olarak kendini geliştirmiş eleştirmenlere sahip bir kültürümüz var. Bunun devam etmemesine bir engel olduğunu düşünmüyorum. Sadece üniversitelerin günümüzdeki puan kaygıların ve asistanlık koşullarının böyle derinlikli bir eleştirmeni ortaya çıkaracak iklime sahip olmadığını söyleyebilirim. 

İster özgünlüğe ölçü oluşturacak eleştirmenler olsun ya da olmasın, ister romancının kendinin böyle birikimi olsun yahut olmasın özgünlük güzelliğin ayırıcı koşuludur. Bir roman özgünse o yazarından bağımsız olarak varlığını sürdürecektir. Peki, ama bir romanda özgünlük nasıl oluşturulur? Bu sorunun pek açık bir yanıtı vardır; özgünlük içerikle ilgilidir. Dolayasıyla romanı tasarlayan yazarın zihniyle ilgilidir. Yazarın bir roman tasarısı oluşturmasının ilk fikri, onun özgün olup olmayacağının da ilk uğrağını oluşturur. Hiçbir roman yazarın zihninden bağımsız olamaz. Dolayasıyla yazar zihni ne kadar yetkinse, bir başka deyişle, varlığın durum ve hallerini, doğanın ve insanın ilişki ve durumlarını ne kadar apaçık fark eden bir zihne sahipse o kadar özgün bir fikir oluşturabilir. 

Demek ki özgünlük yetkin bir zihin gerektirir. Şüphesiz ki her insan bir süreçtir ve geçmişinin, genetik birikiminin ve deneyimlerinin toplamıdır. Dolayasıyla her insanda bir özgünlük vardır, diğer insanlardan onu ayıran, onun biricikliğini oluşturan bir şeyler vardır. Bu yüzden diyebiliriz ki her yazar özgün bir roman yazacak olabilirliğe sahiptir. Ama sanat bilinçli bir bilinçdışılık olduğuna göre, insanın kendi zihnindeki bu özgün şeyleri keşfedip, onları bizim sezeceğimiz biçimde kurgulaması gerekir. Böyle bir keşif yazarın bu durumları fark edebilecek bir duyarlılığa sahip olması anlamına gelir. Aynı zamanda bunu farkındalığın diğer şeylerden farklı olduğunu seçecek bir bilince sahip olduğunu da gösterir. Bu farkındalığın romana dönüştürülüp başkalarının zihninde bir düşleme yol açmasını sağlayacak bir kurgu oluşturacak görü ve yetkinliğe de sahipliğini de… 

Elbette herkes kendi hayatını bir roman olarak görmek isteyebilir. Kendi hayatının roman olacağındaki içtenliğinde haklı da olabilir. Ancak özgün bir roman için başka şeylere de ihtiyaç vardır. Dolayasıyla yazar olmak isteyen kendinden çok genel olarak estetiğe ve özel olarak da roman kültürüne yönelmesi gerekir. Burada belirtmek zorundayım ki zihnimizin duyarlılığını ve görüsünü artıran, bir şeyi yapıp etmemiz konusundaki kararlılığımızı güçlendirmek sadece estetik ve roman birikimiyle olmaz. Aynı zamanda zihninin varlığın, varoluşun ve hallerin doğasına uygun olması gerekir. Böyle bir zihin oluşumuna felsefenin katkı sağlayacağı açıktır. Demek ki iyi bir roman yazarı felsefeden uzak duramaz. 

O halde diyebilirim ki; özgünlük bir romanın kalıcı olmasının ön koşuludur. Yine diyebilirim ki arzulayan, isteyen, emek veren herkes özgün bir roman yazabilir. Ancak bunun için önce kendisini hazırlaması, bir başka açıdan dönüştürmesi gerekir. Her sanat eseri gibi roman da ancak üç uğrağın bireşimidir; yazar-roman-okuyucu… Eğer okuyucu romandan güzellik duyumu almamışsa, en azından bir okuyucu bile böyle bir duyum almamışsa o metne roman diyemeyiz. Bu üç uğrak tamamlanmış olsa bile özgün romanları ayrı bir yere koymak gerekir. Bu tür romanların Kant’ın belirlediği “yüce”likle bir ilgisi olsa gerekir. 

Estetiğin kategorilerini düşünürsek; çirkin, bayağı, güzel ve yüce sıralamasını yapabiliriz. Çirkin; bütünsel olmayan, özensiz, fikirsiz inceliksiz, ritimsiz ve tasarımsız bir şeydir. Bayağı zihnimizin görmekten iğreti duyduğu şeydir. Güzel zihnimizin görmekten hoşlandığı şeydir. Ama yüce, insan doğasıyla kıyasla hem nicelik olarak devasa olandır hem de nitelik olarak onu sarsacak bir güce sahip olandır. Devasa mimari, heykel yahut resimler gibi niceliksel bir yanı da olabilir, güçlü roman ve şiirler gibi niteliksel büyüklüğü de… 

Bu kategoriler bağlamında özgünlüğü irdelersek, özgünlüğün yücelikle ilişkili olabileceğini söyleyebiliriz. Özgün olanlar bizi heyecanlandırır, bir yanıyla bize eksikliğimizi duyurur bir yanıyla da çaresizliğimizi… O kadar güzeldir ki ondan aldığımız duyum bizi rahatsız eder. Özgün olmayan hiçbir şey böyle bir etki yapamaz. Dolayasıyla bir romanın özgünlüğü onun güzelin üstünde bir etkiye sahip olmasını sağlayabilir. Bu bağlamda da romancıların özgünlüğü önemsemeleri gerekir. Özgün olmayan metinler güzel olabilir ama bu ancak biçimleriyle ilgili olabilir. Sözgelimi dili ve olay örgüsü taze olan bir roman okuyucuya güzellik duyumu verecektir. Ama hem özgün değil, hem de taze değilse büyük olasılıkla o roman zihnimizde tiksinti yaratacaktır. Bu bağlamda özgün olmayan eserlerin bayağı olma riski olduğunu söylemek isterim. 

Son sözle diyebilirim ki özgünlük, estetik araştırmalarının yoğunlaştığı bir alan olmak bakımından dikkat çekicidir. Ancak sadece estetikçilerin ilgisinden dolayı değil, bir romanın etkisi bakımından özgünlük başat bir öneme sahiptir. Özgün bir metin güzeli aşıp yüce duygusu verebilir. Bu bağlamda romancıların önceliği olması gerekir. Yoksa bayağı olma riski vardır ki bu romancının da romancılığında baş etmekte zorlanacağı bir kategoridir.

devamını oku