Bir Romanda Karakter Olmak

Şener Aksu’nun Yüzümü Hatırlayan Var mı? isimli romanının ilk baskısı 2020 yılında yayınlanmıştı. Benim için çok özel olan bu kitap, hem pandemi hem de anne olmaya alışma evresinde olduğum zor bir dönemden geçerken bana arkadaş olmuştu. Kitapta soğuk bir kış günü Artvin’den Erzurum’a özel araçla gitmek isteyen eski bir siyasi mahkûm, hamile bir genç kadın ve eşinin yolda geçirdikleri trafik kazası ve sonrasında yaşadıkları hayatta kalma mücadelesi anlatılıyor. Artvin’e gezmek için gelen Sayram ve Ilgın; Erzurum’da çalışmaktadır. Artvin’e geldiklerinde eski bir mahkûm olan Arafat’la tanışırlar ve onun da Erzurum’da işi olduğundan beraber yola çıkarlar. Geçirdikleri trafik kazası sonrası Sayram’ın ayağı kırılır. Onu bir şekilde arabadan çıkardıktan sonra buldukları terkedilmiş bir mezra evine sığınırlar. Amaçları orada geceyi geçirip ertesi gün yardım bulup hastaneye gitmektir. Arafat kazada kafasını çarptığını düşünüp uyanık kalmaya çalışır. Uyanık kalmak için de yetmişli yıllarda Ardanuç’taki sol hareketini ve örgüt üyesiyken başından geçen olayları anlatmaya başlar. Kitapta en çok ilgimi çeken Arafat’ın yaşadıkları haricinde karakterlerin iç dünyası ve bu dünyaların işleniş biçimiydi.

Kitabı okurken Arafat’ın, Ilgın’ın ve Sayram’ın yerine koydum kendimi. Tabii en çok Ilgın’ı anlayabildim. Bunun nedeni Şener Hocamın Ilgın karakterini yazarken benim karakterimden esinlenmiş olması tabii ki. Üstelik diğer karakterleri de tanıyordum. Arafat’la Artvin’de tanışmıştık, onun lokantasında yemek yemiştik; oturup konuşmuştuk. Sayram ise gerçek hayatta da kitapta olduğu gibi eşimdi ve kitabın yazıldığı zamanlar gerçekten de hamileydim, bebeğim henüz bilmese de Şener Hocamın evrenine dahil olmuştu. İtiraf etmeliyim ki kendimle ilgili bölümleri okurken karışık duygular yaşadım. Bir yandan anlaşıldığım için duygusallaştım, kendimle yüzleştim; diğer yandan da iç dünyamın serimlenmesi ve bunun okuyanlara sunulması biraz savunmasız hissettirdi. Sonra dedim ki kim Ilgın’ın ben olduğumu anlayacak hem anlaşılsa ne olur, belki Ilgın’la aynı şeyleri hissedenler vardır ve bu onları daha az yalnız hissettirebilir. Birilerinin benden bir parça taşıyan Ilgın karakterini okuduklarında daha az yalnız hissetmesi ya da yalnız hissetmekte yalnız olmadıklarını bilmelerini hayal etmek beni mutlu eder doğrusu.

Kendi karakterini bir yazarın bakış açısıyla romanın içinde gözlemlemek, onun mücadelesine tanık olmak çok az kişiye nasip olmuştur. Hiçbir şey yapmadan bir kitapta var olmuştum. Kendimi bu konuda şanslı hissediyorum. Ortaokul çağlarımda yolda giderken bir kitaptaymışım gibi birinin o an neler yaşadığımı seslendirdiğini hayal ederdim. Nazlı okuldan evine arkadaşlarıyla beraber yürüyordu, ama şimdi gerçekten bir kitabın içinde olmam garipti. Yazarın gözünden gördüm kendimi, zayıflığımı, kırılganlığımı, yanılgılarımı, şaşkınlığımı. Aynı zamanda daha önce geçtiğim yerlerden geçtim, daha önce söylediğim sözleri söyledim, tanıştığım insanlarla tanıştım, önceden yediğim yemekleri yedim, düşündüğüm şeyleri düşündüm. Ben mi kitaptaydım, kitap mı benim içimdeydi karışmıştı. 

Kitabın benim içimden büyük parçalar taşıdığı bir gerçekti. Eşim, bebeğim, eşimle ilişkim, kendimle ilişkim bunlar benim yaşadığım şeylerdi. Vedat abiyle de tanışmıştım, ama ben onu ‘Yüzümü Hatırlayan Var mı?’yı okuyunca daha iyi tanıdım. Yaşadıkları hakkında hiçbir fikrim ve bilgim yoktu. Şener Hocamın kitapta çok sade, çok içten, çok rahat, sanki yüreğiyle dili bir, öyle duru, öyle lirik diye bahsettiği bu hoş adam arkadaşları ve örgütle beraber daha iyi bir geleceğe sahip olmak için kendince ve cesurca bir mücadeleye katılmış meğer. Sığınaklarda saklanmış, yakalanınca işkenceler görmüş, 10 yıl hapis yatmış ve daha neler… Arafat’ın yaşadıklarını uzun aralar vererek okudum, özellikle işkence gördüğü kısımları okurken içimde hem hüzün hem öfke duyguları uyandı. Böyle güzel bir adamın örgüt faaliyetlerinden ötürü bunları yaşaması o dönemin talihsizliğiydi ya da otoritenin devamının sağlanması için gerekliydi belki. Şener Aksu bu kitabı yazmaktan ilk bahsettiğinde Ardanuç’taki sol hareketini de yazacağını söylemişti. Ben de saf bir şekilde yetmişli yılların siyasi örgütlenmeleriyle ilgili çok az bilgim olduğu için “Ardanuç gibi küçük bir yerde nasıl bir örgütlenme olabilir ki?” diye bir düşünmüştüm. Okuyunca ve biraz da o yılları araştırınca cahilliğimden utandım ne yalan söyleyeyim. Sadece birkaç kez oturup konuştuğum Arafat’la bir kitapta bir macerada birlikte bir şeylerin üstesinden gelmiştik ve bu ona karşı daha çok sempati beslememi sağladı. 

Bu hayali maceradaki diğer arkadaşım, yoldaşım da eşimdi. Kitapta eşimin iç dünyasına tanık olmak, daha önce hissettiğim şeylerin de yazar tarafından gözlemlendiğini görmek şaşırtıcıydı, aynı zamanda eğlenceliydi de. Kitabı okudukça zaman zaman eşime bazı kısımları Whatsapp’tan atıp hem kendimle hem eşimle dalga geçtiğim çok olmuştur. Örneğin, eşimin kitapta beni kıskanması ya da bana güzel bir söz söylediğinde benim tepki vermeyişim üzerine adeta kaya olduğumu düşünmesi hem komik gelmişti hem de gerçekçiydi de. Eğlenceli kısımlar haricinde beni düşündüren, eşimi daha iyi anlamamı sağlayan kısımlar da oldu. 2018 yılında evlenmeden birkaç ay önce kitapta olduğu gibi ayağı kırılmıştı. Tabii kitapta araba kazası sırasında ayağı kırılmıştı ama gerçekte ise halı sahada futbol oynarken kırılmıştı. O zamanları düşündüm, o zamanki ruh durumunu anlamaya çalıştım. Belki kurtlardan kaçmak ya da kan kaybından ölmemek için hayatta kalma mücadelesi vermek gibi bir derdin içinde değildik, ama evlilik süreci hazırlıklarına istemeden de olsa fazla dahil olamamıştı.  İşine de gelmişti bu durum belki bilemiyorum. O zamanlar hiç de komik gelmeyen bu duruma artık gülüyoruz. Yine de bildiğim bir şey var ki onun için zor bir süreçti ve kitabı okurken de benzer çaresizliği gördüm diyebilirim.  

Kitaplar çoğu zaman ayna olur insana, her karakterde kendinden bir parça görürsün. O aynadan baktığında her karakteri anlayabilirsin. Karakterler de tıpkı senin gibi inişleri çıkışları olan birer insandır. Onlarda tohumlanan duygu sende de tohumlanmıştır, belki de tohumlanacaktır. Bu kitabı okurken de her kitapta olduğu gibi bir aynaya bakıyordum ama bu seferki ayna direkt benim içimi gösteriyordu. Ilgın’ın ruh durumu, olaylara tepkileri, insanlarla ilişkisini ve düşüncelerini okudukça duygulanmamak elimde değildi. Kitaptaki Ilgın’ın elbette benden farklı özellikleri de vardı. O da benim gibi Erzurum Karayollarında mühendis olarak çalışıyordu, ama ailesinin ülkücü olması benim hayatımla uyuşmuyordu. Benim dedem Ardanuç’ta bulunmamıştı ve o da ülkücü değildi. Aksine solcu bir aileden geliyorum ve babam siyaset konusunda epey coşkuludur. Karakterin arka planı benimle birebir uyuşmamakla birlikte birkaç cümle önce bahsettiğim gibi ruhsal durumu bana oldukça benziyor. Bu da Şener Hocamın etkileyici gözlem gücünden ve insanı anlama kabiliyetinden kaynaklanıyor sanırım.  

Şener Aksu ‘Yüzümü Hatırlayan Var mı?’ kitabını hediye ederken “karakter olduklarındaki anlayışa şükranla…” notunu düşerek eşim ve benim adıma imzalamıştı. Bir romanda karakter olduğum için sevinç ve onur duyuyorum elbette, ama dürüst olmak gerekirse yüzleşmek istemediğim, birisine anlatmaktan çekindiğim duygularımı diğer insanların da okuyacağını bilmek başta biraz utandırdı. Bütün kırılganlığımla bir romanın içindeydim. Erzurum’daki yalnızlığım, çekingen hallerim, emin olmadan hamile kalışım, hayatın akışına kendimi öylece bırakışım ve sahip olduğum diğer korkuları okurken kendime acıdım aynı zamanda. Sonra ne kadar zayıf olduğuma odaklanmak yerine okumaya devam ettim ve anlamaya başladım. Sanki Şener Hocam kitap aracılığıyla benimle konuşuyordu. “Asıl mesele karar vermekti.” diyordu bana. Kitapta da dediği gibi başıma gelenlere ağlayacak, yas bağlayacak ve koşullara teslim mi olacaktım? Yoksa mücadele mi edecektim? Ilgın romanda mücadele etmeyi seçmiş, istemeden de olsa kaza ve sonrasındaki koşullar onu değiştirmişti. Artık başkasının düzenine boyun eğmeyecek, gerekirse kendi düzenini kuracaktı. Ne de olsa Şener Aksu’nun da kitapta yazdığı gibi ölüm olmazsa yaşamı anlamak zor, ölüm ne büyük öğretmendi. 

Benden esinlenerek oluşturulan bir karakterin değişimine tanık olmak hem sevindirdi hem de ilham verdi. Ben de onun gibi değişebilir, kendi düzenimi kurabilirdim. Bu da bir direniş değil midir? Üstelik bunun için bir kaza geçirmem gerekmiyor. Bu kadar kişisel bir makale yazmış olmak bile benim için bir devrimdir. Sanırım Ilgın gibi ben de değişmeye başlıyorum. 

‘Yüzümü Hatırlayan Var mı?’yı okurken heyecanlandım, şaşırdım, merak ettim, güldüm, üzüldüm, kendimi gördüm ve sonra kendime döndüm. Kitap bittiğinde ruhumda yeni bir sayfa açılmıştı. Benden parçalar taşıyan Ilgın karakteri kitabın ana fikrini anlatmak için gerekli olan araçlardan biriydi belki ama benim içinse bu dünyada alabileceğim en değerli hediyeydi. Bu yüzden Şener Aksu’ya sonsuz teşekkürler…

devamını oku