şahin dursun şahin dursun

Promete

İnsanın bir köprünün ortasında durduğu, ileri mi geri mi gideceğini düşündüğü bir an vardır, sürekli bir köprünün ortasında olduğunu bilmeden. Elimde Hephaistos’tan çaldığım ateşle, Jikan Köprüsü’nün ortasında duruyorum. Adım, Promete. Bir zamanlar Prometeus’tu fakat us (akıl) kısmını uzun zamandır yitirdim. Elimdeki ateş bunun kanıtı. Onu insanlara vereceğimi biliyorum, onu insanlar için çaldığımı biliyorum; insanların bu ateş özüyle akla hayale sığmayacak şeyler yapacağını, medeniyetin ilk kıvılcımının elimde tuttuğum bu küçük kıvılcım olduğunu biliyorum. Ne hazin, her şeyin başlangıcını ve sonunu elinde tutan biri olarak, yine de kaderin piyonlarından öte bir anlama gelmediğimi de hissediyorum. 

Olacak olanlar elbet olmak için bir yol bulacaklardır, diyor içimdeki ses. İleriye doğru bir adım attığımda, Jikan’ın artık ortasında değil, diğer tarafında bulunduğumda, yazgının oyunlarından biri kuruluyor sessiz sessiz. Zeus’un bana vereceği ceza, insanların önce ödül sonra ceza olduğunu göreceği koca uygarlıklar. Savaş, kıyım, kural, ölüm… Hepsi gözümün önünden geçiyor bir anlığına. Büyük Yaratan’ın bana verdiği ceza bu, her şeyi önden görenim, ödül gibi görünen lanet, yetenek gibi görünen felaket. Olur olmaz kardeşimi düşünüyorum. Epimeteus, her şeyi sonradan anlayan, olaylara aklı yetmeyen, topal gölgemi. Tanrılar ona bir hediye verecekler, elinde tüm kötülüklerin saklı olduğu bir kutuyla Pandora’yı hediye edecekler. İnsanlığa hediyeyi ben, laneti o getirmiş gibi görünecek. Oysa tüm bu olanları başlatan, benim kibirden varlığım, bilinçten üstünlüğüm ve kadere üstün geleceğini düşündüğüm seçimlerim olacak. Yazgı ile savaşan ilk başkaldıran olarak geçeceğim zamanın tarihine. Tabiatın üstünlüğünün bittiğini muştulayan, aklın ve ateşin zamanını başlatan, aydınlığın ilk kıvılcımını insanlar için çalan bir yüce olarak anılacağım. Bütün suç kardeşimin üstüne kalacak. Hatta daha da kötüsü, Pandora’yı suçlayacaklar. Merakına yenilen ilk insanmış gibi, kutuyu açtığı için onu günah keçisi ilan edecekler. Dünyaya kötülükleri salan, harmoniyi bozup, cihanı şimdiki pislik haline bulayan insan diyecekler ona. Sanki kutu başkasında olsa içinde ne olduğunu merak etmeyecek, kapağını hiç aralamayacakmış gibi düşünecekler. İnsan, ne büyük yanılgıların kulu olacağını bir bilse, en başından ateşi alır mıydı elimden, bunu da biliyorum elbette. 

Nehrin ortasında bir balık, doğası gereği suyun üstünden aşıp gideceği yere varmak için yüzmeye devam ediyor. “Her şey olacağına varıyor”dan ziyade “her şey olacağına akıyor” zamanın içinde. Hanok’a doğru yürüyorum. İnsanlığın ilk yerleşim yerine. İki nehrin arasında. Ateşin ilk yuvasına. Medeniyetin beşiğine. Aydınlanmanın başlangıcına. Bundan yıllar ve zamanlar sonra, insanlar birbirlerine kıymaya başlayacak ve topraklar yetmez olacak. Ülkeler birbirlerini durdurmaya, insanlar türdeşlerinden kurtulmaya, silahlar daha güçlü silahlara üstün gelmeye çalışacaklar. En başta, sırf biraz daha rahat yaşamak için kurulan düzen, yaşamı zorlaştıran şeyin ta kendisine bürünecek. Bunları başlatan olmak da, aynı zamanda sonunda varılacak yeri biliyor olmak da, bir yandan lanetli bir başlangıcın mimari olacak olmak da durdurmuyor beni. Bunu yapması gerekenin benden başkası olmayacağını da biliyorum çünkü bilgelik her zaman bedeliyle gelir, zalimin zulmüyle vücuda büründüğü gibi.

Şehre yaklaşırken birbirine yaslanmış, korkak, tüysüz… Güçsüz insanlara bakmaya katlanamadım. İşleri güçleri tanrılara biraz daha yemek için yalvarmak olan bu suretsiz canlılara, küçük de olsa bir iyilik yapmak istedim. Serpilip güçlendiklerinde, semirip tanrılara dahi kafa tutacak hale geldiklerinde, belki bu küçük hediyenin değerini anlarlar. Oysa şimdi, bir mağaranın içinde esmeyen rüzgâra şükredecek kadar zayıf, biçimsiz, güçsüz ve akılsızlar. “Bütün sanatları Promete verdi insana,” diye mırıldanıyorum içimden. 

Bütün sanatların içinde savaş da var kıyım da, bir yandan şifanın da olduğu çalınıyor aklıma. Hangisine kullanacakları da tamamen onlara kalmış. Benim işim, kaderdeki rolümü tamamlayıp, bir kayaya zincirlenmiş halde, tarihin sonunu beklemek olacak. İnsanın bir köprünün ortasında beklediği, ileri mi geri mi gideceğini bilmediği bir an vardır, yaşam hep bir körünün ortasında olmak gibidir, insan çoğunlukla fark etmese de. Adımımı yine de ileriye atıyorum. Affet beni Pandora.

devamını oku