h. ihsan sönmez h. ihsan sönmez

Tanrı'nın Nefesi

Gecenin yarısını geçtim. Ağır ağır yol aldığım sessizlik ülkesinde, korku ve  heyecan elini yüreğimden çekmiyor. Zifiri karanlık. Çakaralmaz çakmağın kıvılcımından cesaret alıyorum. Sol camın aralığından cesaretimi karanlığın eteklerine, korkumu sol camdan baraj gölünün sularına bırakıyorum. Dikiz aynasındaki öteki ben. Sense bir ceylan ürkekliğinde yoldan geçerek yabancı sensizliğe dalıyorsun.

Güneşin en güzel doğduğu yere tam bir saat var. Ana yoldan çıkıyorum. Romalılardan değil  yaşadıklarımdan kalma Cendere Köprüsü’nden geçiyorum. Kendimi geçmişe parça parça bırakıyorum. Korkuya; birazı mı, heyecana; azıcığı mı? Az fazlasını çift kartallı totemin altına, geri kalanımın yarısını da antik şehrin kalıntısına.  Dağın zirvesine beş yüz metre kaldı. Otomobilden iniyorum. Üzerimde ne varsa senden kalan onunla yürüyorum. Ayakkabılarım yok işte! Kâinatın taşları kanatıyor ayakları mı? Sonunda geldim geldim işte. Doğanın en çılgın zirvesinde güneşin doğuşunu seyredeceğim.

İnsanın benliğini darmadağın eden Saleas’ın müziğinden esinlenen soğuk. Tanrının nefesi bu olmalı! Saçlarımı titretmekle kalmıyor. Ruhuma eşlik ediyor. Ne doğuya aitim ne batıya!  Ses gibi dağlarda yankılanıyor ilk ışıklar. Tanrının parmakları da bunlar olmalı!  Büyük ressam; gözlerime, duygularıma, dokundurduğu fırçasını; güneş yükselene kadar vadilere, yamaçlara, dağların görünmeyen eteklerine sürüyor. Mevcut ruhumun mazisi burada olabilir mi? Neden olmasın! İnsanın geçmişi, kendisinin de bilmediği en olmadık yerde saklı değil mi?   Yüzü aydınlanan Komageneli Antiakos ile Pers Kralı’nın huzurunda  geçmişle gelecek arasına çekili perdeyim.  Hayat dağının zirvesinde  üşüyorum sevgili. Sesini duyabilirsem en güzel gün bana. Güzel gün en güzel gül bana…

devamını oku